Bahai Dinindeki Makamı

Bahai Yazıları, Yüce Allah’ın insanlarla çağlar boyunca süren bir ahit yani anlaşma yaptığını öğretir. Allah’ın bu Ebedi Ahdi'ne göre Rahim Yaratıcı bizleri asla yalnız bırakmaz ve zaman zaman peygamberlerinden biri vasıtasıyla istek ve amacını bildirir.

Hz. Abdülbaha, Edirne
Hz. Abdülbaha, Edirne

Bahailer bu çağ için Tanrı Sözünü insanlara bildiren özel Zâtın Hz. Bahaullah (1817-1892) olduğuna inanır. O’nun bugün için açık beyanı, tüm insanların bir ağacın meyveleri ve bir dalın yaprakları gibi tam bir birlik ve ahenk içinde olmalarının gerekli olduğudur. Hz. Bahaullah’ın bu maddi âlemde yaşadığı süre zarfındaki çabası, Tanrı’nın bu Gün için iradesi olan, insanlık âleminin birliğini kurmak ve insanların özünde var olan asaleti ortaya çıkarmaktı.

Allah’ın insanlık ile yaptığı bu Ahit’in yanı sıra ikinci bir ahit türü daha vardır ki o da Tanrı Mazharları’nın Kendi inananlarıyla yaptıkları bir ahittir. Bu ahit, İlahi Elçiler'in bu maddi varlık âleminden ayrıldıktan sonraki dönem ve İlahi Vahyin devamlılığı ile ilgilidir. Bahai literatüründe Ahit ve Misak olarak geçen bu kavrama göre Hz. Bahaullah, bizzat kaleme aldığı Vasiyetnamesi'nde (Ahdimin Kitabı) vefatından sonra tüm dünya Bahai toplumunun yönelmesi gereken Şahsiyet'in en büyük oğlu Hz. Abdülbaha olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Hz. Abdülbaha da aynı şekilde ardında bir Vasiyetname bırakarak vefatından sonra dünya Bahailerine torunu Hz. Şevki Efendi’ye yönelmelerini buyurmuştur. Bugün ise Bahailerin yöneldiği merkez, Hz. Bahaullah’ın açık emri ve Hz. Abdülbaha ile Hz. Şevki Efendi’nin belirgin talimatlarına uygun olarak ilk kez 1963 yılında kurulan Yüce Adalet Evi’dir. Ahit ve Misak sayesindedir ki; Hz. Bahaullah bu dünyadan ayrıldıktan sonra dahi Bahai toplumu hiçbir zaman kılavuzsuz kalmamıştır.

Bugün dünyanın her yerindeki Bahailer ve dostları, daima akmakta olan bu yanılmaz kılavuzluktan besleniyor ve insanlığı Tanrı’nın bugün için iradesi olan insanlık âleminin birliği amacına götürmek arzusuyla yaşadıkları toplumun ıslahı için fedakârca çabalıyor. Hz. Bahaullah, Ahdimin Kitabı’nı (Kitab-ı Ahit) bitirdiği sözlerle insanlık âlemine şu öğütte bulunmuştur: “Sizlere bütün milletlere hizmet ve dünyanın iyileştirilmesi için gayret tavsiye ederiz.”[1]

Hz. Abdülbaha'nın Bahai Dinindeki Makamı - Maden

“Cihanı yaratan Tanrı, insanları aynı cevherden yaratmış, yaratıkların en şereflisi kılmıştır.”[2]

İnsanın Asaleti

İnsan yüzyıllardır süren yaşam yolculuğunda sayısız keşifler yapmış, bilinmeyenleri görünür sahaya çıkarmış ve varlık âleminin bundan istifade etmesini sağlamıştır. Herhangi bir şeyi meydana getiren unsurlar ne kadar iyi ise ortaya çıkan bileşim de o denli yüce ve güzel olur. İnsanın maddi varlığının terkibi bile diğer tüm varlıkların bileşiminden mükemmeldir.

Maddi bağlamda hayvanlarla barındırdığımız ortak özellikler vardır. Ancak bunların ötesinde insanı hayvandan ayırt eden kuvvet onun ruhudur. O ruh sayesindedir ki insan görünenin ötesindeki gerçekleri görebilir ve bilinenin derinlerindeki hikmeti öğrenebilir. Bu bağlamda insanın ruhu Tanrı’nın insanları yarattığı aynı cevherin bir simgesidir. Yaratılıştaki bu önemli farkı ve insan doğasını Hz. Bahaullah şöyle açıklamıştır: “Ey Ruh Oğlu! Ben seni yüce yarattım, sen kendini alçak yaptın. Yaratıldığına yüksel.”[3]

Bu sözden açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki; insanın makamı yücedir ve insan bu makama uygun şeylerle meşgul olmalıdır. Hz. Bahaullah insanın asil yaratıldığını salık vermiştir. Bu asaletin kaynağı, insanın özünde Allah’ın sıfatlarından olan merhamet, sevgi ve adaletin bulunmasıdır. İnsan bu dünyaya doğduğunda Allah’tan gelen ruha ve bu âleme ait bedene sahiptir. Yani ruhani ve maddi olmak üzere iki doğası vardır. Ruhani yani daha yüksek olan doğası onun yüce yaratılmış olmasına sebebiyet veren nezaket, güvenilirlik, doğruluk gibi nitelikleri barındırır. Maddi doğası ise evrimsel süreçte insandan alt seviyede yer alan hayvanlarla ortak olan özellikleri içerir. Bencillik, gaddarlık, kıskançlık gibi kusurlu nitelikler bu doğadan gelir. Yine hayvanlarla ortak barındırdığımız yemek yeme ihtiyacımız da maddi doğamıza aittir. Bu ihtiyaç kötü değildir. Ama daha ruhani olan doğamız bu arzuyu kontrol altına almalıdır ki; başka insanlar açlık çekerken bizler doyumsuz hale gelip hep daha fazlasını istemeyelim. Özetle, ruhani doğamız maddi doğanın arzularını denetim altına almalıdır.

İnsanın makamı ile alakalı olarak Hz. Bahaullah şöyle buyurmuşlardır: “İnsanlar, durmadan ilerleyen bir medeniyeti ileri götürmek için yaratılmışlardır. Kadiri Mutlak şahittir ki, yabani hayvanlar gibi davranmak insana yakışmaz. Onun vekar ve şanına yaraşan faziletler, cins ve mezhep ayırt etmeksizin, bütün insanlara karşı refet, şefkat, merhamet ve tahammüldür.”[4]

Hz. Abdülbaha'nın Bahai Dinindeki Makamı

İlahi Elçilerin Rolü

İnsan, yaratılış amacını yerine getirmek yani medeniyeti ilerletmek ve özünde var olan asaleti koruyabilmek için eğitime muhtaçtır. Aslında varlık âlemindeki her şeyin sürekli bir eğitime ve bir eğitmene ihtiyacı vardır. Bir bahçenin bahçıvana ihtiyacı vardır. Topraktan iyi bir hasat çıkması onu eğiten çiftçinin sayesindedir. Varlık âlemindeki her şey gibi insanın da eğitime ihtiyacı vardır. Bir kimseyi tek başına vahşi doğanın içine bırakırsanız hayvansal davranışlar gösterecektir. Eğer eğitim görürse gelişir ve ilerler. Medeniyetin ilerlemesi için insanlığın maddi, insani ve ruhani eğitmen olarak belirgin yetkiye sahip bir eğitmene ihtiyacı vardır. Bu eğitimi sağlayacak mükemmel bir eğitmen gerekmektedir ve sıradan hiçbir insan bu görevleri başaramaz. Ancak zaman zaman Allah tarafından gönderilen İlahi Elçiler bir diğer deyiş ile Evrensel Eğitmenler bu görevleri başarabilir. Çağlar boyunca Allah tarafından gönderilen bu Tanrı Mazharları sayesinde Allah’ın istek ve amacını öğreniriz. Mazhar kelimesi izhar etmek, daha önce bilinmeyeni ortaya çıkarmak anlamına gelir. Tanrı Mazharı dediğimiz bu özel Varlıklar bize Tanrı Sözü'nü bildirir ve yaratılışımızın sebebini öğrenmemize yardımcı olur.

Hz. Bahaullah şöyle buyurmuşlardır: “Tanrı’nın insanlara Elçi göndermesinde iki maksat var: Birisi, insanoğullarını cehlin karanlığından kurtarıp hakiki bilginin aydınlığına kılavuzlamak; ikincisi, insanlar arasında sükûn ve barışı sağlayacak vasıtaları hazırlamaktır.”[5]

Bu Rahmani Eğitmenler çağlar boyunca insanlık âlemine hem toplumsal hem ruhani problemlerin çözümünü ve yaratılışın amacını açıklamışlardır. Maddi dünyamızı aydınlattıkları bazı konular şöyledir: Allah’ın insanları sevgisinden yarattığı, insanların vahşi hayvanlar gibi kavga ederek değil kelam ile uzlaşma yolları araması gerektiği, yaratılışın amacının Tanrı’yı tanımak ve O’na ibadet etmek olduğu.

Hz. Bahaullah yaratılışın amacına vurgu yaptığı Küçük Namaz Duası'nda şöyle buyurmuşlardır: “Ey İlahım! Beni Seni tanımak ve Sana tapmak için yaratmış olduğuna tanıklık ederim. Şu anda kendi aczime ve Senin kudretine, kendi zayıflığıma ve Senin güçlülüğüne, kendi fakirliğime ve Senin zenginliğine şahadet ederim. Senden başka tehlikeden koruyan ve Kendi Kendine Var Olan İlah yoktur.”[6]

İlahi Elçiler çağlar boyunca insanlık âlemini eğitmiş ve onların ilerlemesine sebep olmuştur. İnsanlık âlemi ailenin, kabilenin, ulus devletin ve milletin birleşmesinde aşama aşama ilerlemiştir ve şimdi ulaşmaya çalıştığı hedef dünya birliğidir.

“Dünyanın tüm fidanları tek bir Ağaçtan bitmiştir ve tüm damlaları tek bir Okyanustan; tüm varlıklarsa, mevcudiyetlerini tek bir Varlığa borçludur.”[7]

Hz. Bahaullah Ahd-ı Misak

Bugünün İhtiyacı

Hz. Bahaullah insanlığı tek bir amaç ve ortak bir inançta birleştirmek amacıyla gelmiştir. Birey ve toplum olarak kimliğimiz bu vizyonla oluşur. Hz. Bahaullah’ın tasvir ettiği birlik basit bir birleşmeden ibaret değildir. Bu prensip, hayale sığmaz güzellikteki bir dünya medeniyetinin ortaya çıkmasının ve insanlığın olgunluk aşamasına geçmesinin işaretlerini barındırır. Hz. Bahaullah’ın gelişinin ana amacı nefret ve düşmanlığı yok edip insanlığı birliğin ışığıyla aydınlatmaktır. Bu amaç doğrultusunda Bu Gün çok kutludur.

“Bu Gün, Tanrı’nın en güzel lütuflarının insanlar üzerine saçıldığı gündür. Bu Gün, Allah’ın en büyük inayetinin bütün yaratıklara zerk olunduğu gündür. Bu Gün, bütün insan topluluklarının ödevi, aralarındaki ihtilaflara artık son verip uzlaşmak ve tam bir birlik ve barış içerisinde O’nun şefkat ve merhamet Ağacının gölgesi altında yaşamaktır.”[8]

Asırlar boyu vaat edilen Gün'ün gelişini bu sözlerle ilan eden Hz. Bahaullah’ın asıl adı Mirza Hüseyin Ali idi. Kendisi 12 Kasım 1817'de İran'ın başkenti Tahran'da dünyaya geldi. Babası Mirza Buzurg-i Nuri, İran sarayında yüksek bir mevkisi olan, varlıklı bir vezirdi. Bu soylu ailenin kökleri, İran İmparatorluğu'nun geçmişine uzanıyordu. Babasının vefatından sonra Kendisi'ne babasının mevkisi teklif edildiyse de O, bunu reddetti. Bu dünyanın unvan ve mevkilerinde gözü yoktu ve tüm enerji ve zamanını çeşitli hayırseverlik işlerine adamayı tercih etti.

Hz. Bahaullah hayatının son kırk yılını sürgünde, hapse mahkûm halde geçirdi. 1852'de Bağdat ile başlayan bu sürgün ve hapis sürecinin tamamı Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşanmıştır. Hz. Bahaullah 1863 yılında üç buçuk ay İstanbul'da bulundu, 1863'ten 1868'e kadar Edirne'de kaldı, ardından yine o tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında bulunan Akka'ya sürgün edildi ve ömrünün kalan yıllarını burada geçirerek 1892 yılında bu maddi dünyadan ayrılıp ebediyete intikal etti.

Hz. Bahaullah Elçilik görevi boyunca dünyanın en acil ve öncelikli ihtiyacı olan insanlığın birliği bayrağını yükseltti. Evrensel barış ve kardeşliğin temellerini attı, insanlık âlemine yeni bir hayat üfledi. Hayatı boyunca mesajı binlerce insanın kalbine hayat verdi. Bugün Öğretileri dünyaya yayılmaya ve tüm beşeri çalışmalara ilham vermeye devam etmektedir.

İkiz Zuhur Güneş

Dinler Tarihinde Bir İlk: Ahit ve Misak

Hz. Bahaullah’ın kurmak üzere gelmiş olduğu birliğin O’nun vefatından sonra da devamlı işlemesi ve 40 yıllık Elçilik dönemi boyunca salıverilen güçlerin bu dünyadaki varlığından sonra da devam etmesi için Zuhur sahibiyle organik bağlantısı olan, yetkisi mutlak ve ilahi takdirin seçtiği bir vasıta gerekliydi. Bu birleştirici etkinin dünyada görünür hale gelmesi için Hz. Bahaullah, kalplerin derinden bağlanabileceği eşsiz bir vasıta olarak Misakı'nı ortaya koymuştur. Bu Misak dünyanın canlılığına ve milletlerin kurtuluşuna sebeptir.

Ahit ve Misak kurumu, yapısı ve doğası itibariyle birliğin korunması ve devam ettirilmesi bağlamında hayati bir ihtiyaçtır. Ahit ve Misak sayesinde Hz. Bahaullah haleflik meselesinde herhangi bir kafa karışıklığı oluşmayacak şekilde Bahai toplumunu bölünmeden korumuştur. Tüm inananlarının Hz. Abdülbaha’ya yönelmelerini Kendi el yazısıyla yazmış olduğu Ahdimin Kitabı adlı eserinde açıkça belirtmiştir.

Bu, esasen bilinen dinlerin tarihinde bir ilktir. Zira ilk kez bir Tanrı Mazharı, yazılı bir şekilde ve açıkça halefini tayin etmiştir. Ayrıca halefini dinin öğretilerini yaygınlaştırma, Kendi Kutsal Sözleri'ni yorumlama ve Vahyi'nin amacını açıklama yetkisiyle donatmıştır. Ve yine aynı şekilde ilk kez bir Tanrı Elçisi, toplumunun dini işlerini yönetecek idari bir sistemi henüz hayattayken tasarlayıp inananlarına emanet etmiştir. Geçmiş dinlerin tarihinde, Tanrı Elçileri bu dünya âleminden ayrılır ayrılmaz haleflik konusunda farklı yorumlamalar, tartışmalar ve bölünmeler yaşanmıştır. Fakat toplum içinde böylesi büyük bölünmeler ve mezhepleşme, Bahai tarihinde yaşanmamıştır. Bahai Dini’nin en önemli ayırt edici özelliklerinden biri olan bu durum, yine Bu Devrin ulviyetinin ve bir bütün olarak insanlığın eriştiği olgunluk seviyesinin bir göstergesidir.

Yüce Adalet Evi Karşıdan

Yüce Adalet Evi Binası

Daha önceki Kutsal Metinler'de geçen, Bu Gün’ün “gecesi olmayan bir Gün” olduğu vaadi, bu sayede anlaşılmıştı. En yüce ufuktan ihtişamıyla beliren Gerçeklik Güneşi bütün yaratılışı aydınlatmaya her zaman devam edecekti.

Böylece yirminci yüzyılın başlarından itibaren Hz. Abdülbaha, toplumsal adaletin bir destekleyicisi ve uluslararası barışın bir elçisi olarak dünya Bahai toplumunun tanınmış lideri ve Bahai öğretilerinin açıklayıcısı olmuştur. Hz. Abdülbaha, gerek bilgisi gerekse de insanlığa hizmetiyle, Hz. Bahaullah'ın öğretilerinin somutlaştığı, tutum ve davranışlara yansıdığı canlı bir örnektir ve o yıllarda dünyanın dört bir yanında hızla gelişmekte olan Bahai toplumuna büyük bir saygınlık kazandırmıştır.

Hz. Bahaullah'a ait kalem kutusu
Hz. Bahaullah'a ait kalem kutusu

Hz. Bahaullah 29 Mayıs 1892’de Akka’da vefat etmeden iki yıl önce, Tanrı Emri'nin parçalanmadan varlığını sürdürebilmesi için Kendi Vasiyetnamesi'ni kaleme alarak en büyük oğlu Hz. Abdülbaha’yı Kendisi'nden sonra Bahai toplumunun yönelmesi gereken Kişi olarak tayin etmiştir. Bu tarihi belge bizzat Hz. Bahaullah tarafından yazılıp mühürlenmiş, bir süre kilitli bir kutuda muhafaza edilmiş ve Hz. Bahaullah’ın dünyevi yaşamının son günlerinde Hz. Abdülbaha’ya emanet edilmişti. İlk kez, vefatından dokuz gün sonra, Hz. Abdülbaha’nın huzurunda, aile üyeleri ve yakın dostlar arasından seçilen dokuz kişinin önünde açılarak okunmuştu. Hz. Bahaullah tarafından “Kızıl Kitap” ve “Ahdimin Kitabı” olarak da adlandırılan Kitab-ı Ahit, bu ilahi kılavuzluğun en önemli örneklerindendir ve insanlığın birliğinin emredildiği bu Zuhur'da, önceki ilahi dinlerde yaşanan ve tarifi imkânsız acılara neden olan bölünmenin önüne geçmiştir.

Kitab-ı Ahit’te Hz. Bahaullah, Yasaları'nın Kitabı olan Kitab-ı Akdes’e atıfta bulunmuş ve yönelinmesi gereken Kişi'nin Hz. Abdülbaha’dan başkası olmayacağı konusunda şüpheye yer bırakmamıştır: “İlahi Vasiyetçinin vasiyeti şudur: En Kutsal Kitabımızda indirdiğimiz şu ayete bakınız: ‘Huzurumun okyanusu çekildiği ve Vahyimin Kitabı son bulduğu zaman, yüzünüzü Allah’ın irade buyurduğu, bu Ezeli Kök’ten filizlenen Kimse’ye çevirin.’ Bu kutsal ayetten maksat En Büyük Dal’dan (Hz. Abdülbaha) başkası değildir. Yüce irademizin bir bağışı olarak işte size böyle açıkladık. Ben en büyük fazıl ve kerem sahibiyim.”[9]

Ve böylece Tanrı Emri'nin Hz. Abdülbaha’ya emanet edilmesi, Hz. Bahaullah’ın vefatı sebebiyle yürekleri acıyla dolan inananların üzerine çöken hüzün bulutunu kaldırmıştı. Bahai toplumu tesellisini, kılavuzunu, desteğini ve savunucusunu Hz. Abdülbaha’da bulmuştu. Ortaya çıkışından beri Hz. Bahaullah’ın Emri'ne ihsan edilmiş olan yanılmaz kılavuzluğun devamlılığı artık emniyetteydi.

Daha önceki Kutsal Metinler'de geçen, Bu Gün’ün “gecesi olmayan bir Gün” olduğu vaadi, bu sayede anlaşılmıştı. En yüce ufuktan ihtişamıyla beliren Gerçeklik Güneşi bütün yaratılışı aydınlatmaya her zaman devam edecekti.

Hz. Bahaullah'ın Makamı Tepeden Görünüş

Hz. Bahaullah'ın Ebedi İstirahatgahı

Misakın Merkezi: Hz. Abdülbaha

Dünya insanlarının birbiriyle ilişkilerini veya fiziki âlemi düşündüğümüzde bir merkeze olan ihtiyaç kolayca fark edilmektedir. Merkez; tüm sistemi bir arada tutar, ilişkileri kurar, ritimler ve modeller oluşturur ve düzenin devamını sağlar. Örneğin bir ailede yaşça daha büyük olan birkaç kişi aile üyeleri arasındaki birliği güçlendirmeye ve bir bütün olarak ailenin çıkarlarını korumaya hizmet eder. Eğer böyle bir merkez olmazsa kargaşa ve anlaşmazlıklar meydana çıkar. Kısacası dünyadaki bireysel ve kolektif yaşam, herkesin yönelebileceği bir merkez yokluğunda sıkça kargaşa ve anlaşmazlıklardan muzdarip olur. Hz. Bahaullah, Hz. Abdülbaha’yı Misakı'nın Merkezi olarak tayin ederek böyle bir merkez oluşturdu. Ve daha sonra Hz. Abdülbaha da torunu Hz. Şevki Efendi’yi Emrin Velisi olarak atayarak ve Yüce Adalet Evi’nin otoritesini teyit ederek Bahailer'in yönelecekleri bir merkezden hiçbir zaman yoksun kalmamalarını garanti altına aldı. Misakın gücü, Bahai toplumunu bir arada tutar ve bölünme ve dağılmalardan korur. Hz. Abdülbaha’nın Ahdin Merkezi olması O’nun makamının en önemli yönlerinden biridir.

Misak’ın Merkezi olması nedeniyle Hz. Abdülbaha tüm yaşamını Bahai toplumunun birliğini ve bütünlüğünü korumaya ve muhafaza etmeye, Bahai Dini’nin amacı olan insanlık âlemi birliğini ve dolayısıyla Allah’ın Krallığı'nı yeryüzünde kurmak için toplumun ihtiyacı olan dürtüyü sağlamaya, Bahai öğretileri ile ilgili tüm soruları yanıtlamaya, topluma rehberlik etmeye ve her türlü anlaşmazlığı bertaraf etmeye adamıştır.

Hz. Abdülbaha'nın Behci'de kaldığı ev

Hz. Abdülbaha'nın Behci'de Kaldığı Ev

Yetkili Yorumcu ve Mükemmel Örnek

Bahai Dini’nin Ahdi'nin Merkezi olmasının yanı sıra Hz. Abdülbaha’nın sahip olduğu iki çok özel makam daha vardır: O, Hz. Bahaullah’ın Sözleri'nin Yanılmaz Yorumcu'su ve Öğretileri'nin Mükemmel Örneği'dir.

Hz. Bahaullah’ın Zuhuru o kadar geniştir ki sıradan bir insan aklının onu tamamen anlaması imkânsızdır. Bu Zuhur, gerçekten, ömür boyu çalışılarak içine dalınan ama derinliklerinde saklı sayısız incinin ancak küçük bir kısmının keşfedilebildiği bir okyanus gibidir. Bu Devir'de her insanın Tanrı Sözü'nü okuma ve anlamaya çalışma ayrıcalık ve yükümlülüğü vardır. Ve Kitap’a yönelmemiz gerektiği öğütlenmiştir. Burada Kitap’tan kasıt, Bahailere göre, Hz. Bahaullah’ın yazılı beyanlarıdır ancak; Hz. Abdülbaha’nın ve sonrasında Emrin Merkezî Şahsiyetleri'nden olan Hz. Şevki Efendi’nin yorumları da bir anlamda Kitap’ın bir bölümüdür. Kitab-ı Akdes’te inananlara Bahai Eserleri'nde anlamadıkları herhangi bir şeyi “bu güçlü Ağaç’ın Dalı olan Kimse’ye” sormaları emredilmiştir.

“Mistik Güvercin Övgü Mabedi’nden uçup gittiğinde ve çok uzaklardaki hedefini, gizli yuvasını arayıp bulduğunda, Kitap’ta anlamadığınız her şeyi bu güçlü Ağaç’ın dalı olan Kimse’ye sorun.”[10]

Bugün herkes Hz. Bahaullah’ın Kendisi'nin bizzat ilham verdiği bu yetkili Yorumcu ve O’nun halefi olan Hz. Şevki Efendi’nin açıklamaları sayesinde doğruluğu tasdik edilmiş bir şekilde öğretilerin derinliklerine dalabilir. Bu iki Merkezi Şahsiyet'ten sonra ise kimsenin Hz. Bahaullah’ın Sözleri'ni yorumlama yetkisi kalmamıştır, dolayısıyla yorumlama devri artık kapanmıştır.

Maalesef çağlar boyunca Kutsal Kitaplar'daki pasajlar üzerinde farklı yorumlamalar olmuş ve bu da bölünmelere ve ihtilafa yol açmıştır. Hz. Bahaullah’ın takdir ettiği yetkili Yorumcu vasıtasıyla ise bu durum bu çağda engellenmiş ve birlik korunmuştur.

Hz. Abdülbaha’nın yaşamına baktığımızda O’nun Hz. Bahaullah’ın Öğretileri'nin mükemmel Örneği olduğunu görürüz. Hayatı boyunca ruhların terbiyesi ile meşguldü ve başkalarıyla olan ilişkisi daima ilham vericiydi. Bahailere göre O’nun sergilediği örnek her zaman göz önünde tutulmalıdır ve o mükemmelliğe yaklaşma yolunda yürünmelidir. O’nun ruhlar üzerindeki etkisi ve herkese duyduğu sonsuz sevginin bir işareti olarak onlara nasıl hizmet ettiği üzerine tefekkür edilmelidir. Kendisi'ne verilen her isme karşın yalnızca “Abdülbaha” yani “Baha’nın Kulu” olarak anılma arzusu O’nun kulluğunun bir simgesidir. O’nun sayısız sözlerinde hizmet etme arzusunun nişaneleri bulunmaktadır.

Hz. Abdülbaha'nın Portresi
Hz. Abdülbaha'nın Portresi

 

“Benim adım Abdülbaha’dır. Benim vasfım Abdülbaha’dır. Benim özüm Abdülbaha’dır. Benim övüncüm Abdülbaha’dır. Cemal-i Mübarek’e kulluk benim azametli ve ışıltılı tacım ve bütün insan ırkına hizmet benim ebedi dinimdir.”[11]

 

Bahailere göre kutsal olan bu devirde Hz. Abdülbaha’nın konumunu, Hz. Şevki Efendi şu şekilde tarif etmiştir: “O, ilk başta ve her şeyden önce, Hz. Bahaullah’ın emsalsiz ve her şeyi kapsayan Misakının Merkezi ve Ekseni’dir, en büyük Eseri’dir, Işığının lekesiz Aynası’dır, öğretilerinin kusursuz Örneği’dir, Sözlerinin yanılmaz Yorumcusu’dur, tüm Bahai ideallerinin somut halidir, tüm Bahai erdemlerinin canlı örneğidir, Ezeli Kök’ten çıkmış olan En Yüce Dal’dır, Allah’ın Kanunu’nun Dalı’dır; “tüm adların çevresini tavaf ettikleri” Varlık’tır, İnsanlığın Birliğinin Kaynağı, En Büyük Barış’ın Bayraktarı, bu en kutsal Devrin Merkez Küresi’nin Ay’ıdır ve her zaman için de böyle görülmelidir. İma edilen unvanlar ve lakaplar, en gerçek, en üstün ve en makbul ifadelerini ancak şu büyülü isimde bulur: “Abdülbaha.” O, bütün bu sıfatlandırmaların üzerinde ve ötesinde, Hz. Bahaullah’ın bizzat adlandırmayı seçtiği şekliyle “Allah’ın Sırrı”dır. Bu tabir bizlere hiçbir surette Onu Peygamberlik makamında görme hakkını vermezken, insan doğasının emsalsiz özellikleriyle insanüstü bir bilgi ve mükemmelliğin Hz. Abdülbaha’nın şahsında bir araya geldiğine ve birbiriyle olağanüstü bir uyum oluşturduğuna işaret eder.”[12]

Sonsöz

Hz. Bahaullah’ın vaat ettiği birliğe ulaşılması benzeri yaşanmamış bir organik değişimi ifade eder. Bu değişim hem birey hem de toplum seviyesinde gerçekleşmelidir. Bu birleşmenin sağlanması, her iki boyutun uygulanabilir temel ilişkilerinin doğasıyla bağlantılıdır. Vaat edilen insanlığın birliği siyasi mekanizma, ruhani özlem, ticaret, maliye, yazı ve dili bakımından organik şekilde birleşmiş, aynı zamanda ulusal kimliklerin çeşitliliği konusunda sınırsızdır. Hz. Bahaullah’ın birlik prensibi dünyayı kucaklayacak çapta ve yeryüzünü değiştirecek sonuçlar doğuracak ilahi bir elin yönettiği “dinamik bir süreç”tir.

Bahai Yazıları'nda şu sözleri okuruz: “Tuhaf bir şekilde düzensizliğe itilmiş bulunan dünyanın bugünkü durumu üzerinde derinliğine düşündüğümüzde Hz. Bahaullah’ın şu sözleri oldukça anlamlı gelecektir: ‘İnsanlık daha ne zamana kadar bu aymazlıkta ayak direyecek? Bu haksızlıklar daha ne kadar devam edecek? Bu kargaşa ve karışıklık insanlar arasında daha ne zamana kadar hüküm sürecek? Anlaşmazlık toplumun çehresini daha ne zamana kadar çalkalayacak? Ne yazık ki umutsuzluk rüzgârları her taraftan esiyor ve insanlığı parçalayıp felaketlere sürükleyen ihtilaf her gün artıyor. Yaklaşan sarsıntı ve kargaşalıkların işaretleri ufukta belirmiştir, çünkü mevcut düzen acınacak derecede bozuk ve yetersiz gözüküyor.’”[13]

Refah içinde bir dünya medeniyetinin temellerini atma sorumluluğu insan ırkının tümü tarafından üstlenmelidir. Kolektif bir vizyon ve hareket birliği sayesinde yaşadığımız toplumun ıslahına katkıda bulunabilir ve birlik ortamlarının yaratılmasında rol alabiliriz. Ailemizde, yaşadığımız sokakta, mahallemizde, köyümüzde ve bulunduğumuz çeşitli toplumsal alanlarda uyum ve ahengi yakalamaya çalışmalı ve uzlaşmacı bir yol izlemeliyiz.

Hz. Abdülbaha ve Toplum
Hz. Abdülbaha ve Toplum

İnsanlık ailesini, eriştiği olgunluk düzeyi itibariyle kaçınılmaz biçimde birlik olmaya kılavuzlayan Hz. Bahaullah’ın Ahit ve Misak’ının Merkezi Hz. Abdülbaha, İlahi Medeniyetin Sırrı adlı eserinde bize toplumun refahı için olan sorumluluğumuzu şu ifadelerle hatırlatmaktadır: “Allah bize etrafımızdaki dünyaya bakalım da medeniyeti ve insanlığa yakışan şeyleri ilerletip geliştirecek vasıtalara sahip olalım diye göz bağışlamıştır. Bilim insanlarının ve filozofların hikmet dolu sözlerini dinleyelim, bunlardan yararlanalım ve dediklerini yapmak için çaba harcayalım diye kulak vermiştir. Halka hizmete adansın diye bize akıl ve beceriler verilmiştir ki bütün diğer türlerin üzerinde bir idrak gücü ve muhakemeyle farklılaşan biz, büyük ya da küçük, sıradan ya da olağanüstü durumlarda, tüm insanlık bilginin zapt edilmez kalesinde bir araya toplanıp korunana kadar, her zaman ve her aşamada emek harcayalım. İnsanların mutluluğu için durmaksızın yeni temeller atmalı ve bu amaca ulaştıracak yeni araçlar bulup geliştirmeliyiz.”[14]

Kaynaklar

[1] Hz. Bahaullah, Kutsal Vasiyetnameler, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2011, s.4

[2] Hz. Bahaullah, Bahaullah’ın Sesi, Türkiye Bahaileri Ruhani Mahfili, İstanbul, 1987, no.34, p.8, s.44

[3] Hz. Bahaullah, Saklı Sözler, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, İzmir, 2015, Arapça no.22, s.10

[4] Hz. Bahaullah, Bahaullah’ın Sesi, Türkiye Bahaileri Ruhani Mahfili, İstanbul, 1987, no.109, p.2, s.109

[5] Hz. Bahaullah, Bahaullah’ın Sesi, Türkiye Bahaileri Ruhani Mahfili, İstanbul, 1987, no.34, p.1, s.43

[6] Hz. Bahaullah, Bahai Duaları, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2013, s.3

[7] Hz. Bahaullah, Vaat Edilen Gün Geldi [Hz. Şevki Efendi tarafından alıntılanmıştır], Bahai Eserleri Basım Dağıtım, İstanbul, 2010, s.137

[8] Hz. Bahaullah, Bahaullah’ın Sesi, Türkiye Bahaileri Ruhani Mahfili, İstanbul, 1987, no.4, p.1, s.6-7

[9] Hz. Bahaullah, Kutsal Vasiyetnameler, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2011, s.3

[10] Hz. Bahaullah, Hz. Bahaullah’ın Dünya Düzeni Hakkında Mektuplar [Hz. Şevki Efendi tarafından alıntılanmıştır], Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2012, s.132

[11] Hz. Abdülbaha, Hz. Bahaullah’ın Dünya Düzeni Hakkında Mektuplar [Hz. Şevki Efendi tarafından alıntılanmıştır], Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2012, s.138

[12] Hz. Şevki Efendi, Hz. Bahaullah’ın Dünya Düzeni Hakkında Mektuplar, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2012, s. 132

[13] Hz. Şevki Efendi, Hz. Bahaullah’ın Dünya Düzeni Hakkında Mektuplar, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2012, s.32

[14] Hz. Abdülbaha, İlahi Medeniyetin Sırrı, Bahai Eserleri Basım Dağıtım, Ankara, 2014, s.4-5