Yaşamından Hikayeler

Hz. Abdülbaha, Bahai Dini’nin Peygamberi Hz. Bahaullah’ın, yani Babası'nın öğretilerinin mükemmel örneğidir. Bahailer insanın böyle mükemmel bir dereceye erişmesinin mümkün olmadığını, fakat buna rağmen Hz. Abdülbaha’yı ve yaşantısını gözlerimizin önüne getirip O’nun örneğini sergilemeye çabalamamız gerektiğine inanırlar. Aşağıdaki kısa hikayeler, her insanın yaratılışında var olan bazı ruhani vasıfların Hz. Abdülbaha’nın hayatında nasıl cisim bulduğunu gözler önüne sermektedir. Bu sayede mükemmellik yolunda ilerlerken vasıfları günlük yaşantımızda nasıl uygulayabileceğimize dair ilham vermekte ve yol göstermektedir.

 

Hikayeler – Kalp Temizligi

KALP TEMİZLİĞİ

 

Hz. Abdülbaha her zaman insanların kalbinden geçenleri bilirdi ve kalbi temiz ve aydınlık olan kimseleri çok severdi. Yemekte Hz. Abdülbaha’nın  misafiri olma büyük onuruna nail olan bir hanım vardı. O’nun hikmet dolu sözlerini oturup dinlerken önündeki bir bardak suya baktı ve "Bu su bardağı ile yapılabildiği gibi, keşke Hz. Abdülbaha benim kalbimi ve içindekileri her türlü dünya arzularından boşaltsa ve tekrar ilahi sevgi ve anlayışla doldursa." diye düşündü.

Hz. Abdülbaha ve üç çocuk

 

Bu düşünce bir an için kafasından geçti ve bu konuda hiçbir şey demedi, fakat çok geçmeden Hz. Abdülbaha'nın onun düşündüklerini bildiği bilincine vardığı bir şey oldu. Konuşmasının tam ortasında hizmetliyi çağırmak için bir an konuşmasına ara verdi ve ona Farsça birşeyler söyledi. Hizmetli sessizce o hanımın yanına geldi, bardağını aldı, boşalttı ve boş olarak önüne koydu.

Biraz sonra, Hz. Abdülbaha bir yandan konuşmasına devam ederken masadan sürahiyi aldı ve gayet tabii bir şekilde yavaşça bayanın boş bardağına su doldurdu. Ne olduğu kimsenin dikkatini çekmedi, fakat o bayan Hz. Abdülbaha'nın kalbinden geçen isteğine cevap verdiğini biliyordu. Sevinçle doldu. Kalplerin ve zihinlerin tıpkı açık bir kitap gibi Hz. Abdülbaha'ya açık olduğunu ve onları büyük bir şefkat ve merhametle okuduğunu biliyordu.

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha, yalnızca birkaç kelime İngilizce bilmekle beraber, anlatmak istediklerini iletmekte hiç güçlük çekmezdi. İnsanlara sözlerle ulaşamadığında, onların kalplerine hitap ederdi ve onlar Hz. Abdülbaha’nın ne demek istediğini kolaylıkla anlarlardı.

Bu öykü, okuma yazması olmayan Amerikalı bir madenciyi konu almaktadır. Hz. Abdülbaha’dan söz edildiğini duymuş, O’nu San Francisco’da görebilmek için kilometrelerce yolu yürüyerek kat etmiş olan madenci, eğitim görmemişti ama olağanüstü bir ruhu vardı. Bir gün, Hz. Abdülbaha’nın konuşmasını dinlemek üzere bir toplantıya katılmıştı. Hz. Abdülbaha’yı dinlerken, gözlerini ve yüreğini O’nun yaptığı her hareketi, çıkardığı her sesi anlamaya odaklamıştı. Sanki kaynağından henüz çıkmış bir pınardan su içiyormuş gibi görünüyordu.

Ne zaman ki Hz. Abdülbaha’nın söylediklerini İngilizceye tercüme etmekle görevli bulunan şahıs konuşmaya başladığında, “Neden bu adam Hz. Abdülbaha’nın konuşmasını bölüyor?” diye fısıldamıştı kendi kendine.

Ve Hz. Abdülbaha yeniden konuşmaya başlayınca, madenci mutluluk içinde O’nu dinlemeye devam etmişti. Fakat tercümanın konuşmayı İngilizceye çevirmesiyle birlikte sabırsızlığı biraz daha artmıştı: “Neden bu adamın konuşmayı bölmesine müsaade ediyorlar? Onu dışarı çıkarmalılar!”

Madencinin yanında oturan adam, kendisine durumu açıklama gereği hissetmişti: “Hz. Abdülbaha’nın sözlerini İngilizceye tercüme eden şahıs, O’nun resmi tercümanıdır. Ve Farsçayı İngilizceye çevirmesindeki amaç, senin bu konuşmayı anlayabilmendir.”

Madenci bu açıklamaya karşılık şu yanıtı vermişti: “Hz. Abdülbaha Farsça mı konuşuyordu? Oysa O’nun konuştuğu dili herkes anlayabilir.”

Hikayeler – Adalet

ADALET

Hz. Abdülbaha, birgün Akka'dan Hayfa'ya gitmek istedi. Sıradan bir otobüste ucuz bir bilet almaya gitti. Şoför şaşırmış ve kendi kendine Hz. Abdülbaha böyle ucuz bir otobüsle gitmek için neden bu kadar tutumlu diye sormuş olmalı: "Elbette ekselansları özel arabayla gitmeyi tercih ederler." dedi. Hz. Abdülbaha, "Hayır." diye cevap verdi ve Hayfa’ya kadar kalabalık otobüsle gitti.

Hz. Abdülbaha at arabasında

 

Hayfa’da otobüsten indiği zaman üzüntülü bir kadın balıkçı yanına yaklaştı ve O’nun yardımını istedi. Bütün gün hiç balık tutamamış ve şimdi aç ailesine dönmek zorundaydı. Hz. Abdülbaha kadına bolca para verdi ve şoföre dönerek şöyle dedi: "Birçok insan açlıktan ölürken ben niye lüks arabalarda gezeyim?"

Hikayeler – Comertlik

CÖMERTLİK

Bir gün Hz. Bahaullah, Hz. Abdülbaha'yı koyunlarını güden çobanları denetlemeye gönderdi. O zamanlar Hz. Abdülbaha küçük bir çocuktu ve Hz. Bahaullah ve ailesine karşı eziyetler henüz başlamamıştı. O zamanlar dağlarda Hz. Bahaullah'ın geniş arazileri ve çok sayıda koyun sürüleri vardı. Denetleme bitip Hz. Abdülbaha dönmeye hazırlanırken ona eşlik eden adam, "Baban gitmeden önce her çobana bir hediye verirdi." dedi. Hz. Abdülbaha bir süre sessiz kaldı çünkü yanında onlara verecek bir şey yoktu. Fakat adam çobanların ondan bir şey beklediği üzerinde ısrar etti.

Hz. Abdülbaha ve geniş topluluk

 

Bunun üzerine Hz. Abdülbaha'nın aklına Kendisini çok mutlu eden bir fikir geldi! Onlara güttükleri koyunları verecekti! Hz. Abdülbaha'nın çobanlara karşı bu cömertçe düşüncesinden dolayı Hz. Bahaullah çok memnun oldu. Espri olsun diye, herkesin Hz. Abdülbaha'ya iyi bakmasını çünkü bir gün Kendisini feda edeceğini buyurdular. Tabii, Hz. Abdülbaha gerçekten de yaşamı boyunca böyle yaptı. Hayatının her anında, insanlar için, bizi birleştirmek ve bize gerçek mutluluğu vermek için sahip olduğu her şeyi verdi.

sayfa ayırıcı

Günlerden bir gün, bir kadın Hz. Abdülbaha’ya gelerek, arkadaşı tarafından gönderilen para senedini kabul etmesini ve Kendisi'ne İngiltere ve Avrupa’da yaptığı seyahatleri kolaylaştıracak olan bir araba almasını rica etmişti.

Hz. Abdülbaha, senedi “Arkadaşınızın armağanını minnet dolu teşekkürlerle kabul ediyorum.” diyerek almıştı almasına, fakat iki elinin arasında, sanki o kağıt parçasını mübarekliyormuşçasına bir müddet tuttuktan sonra gerisin geriye uzatarak şu sözleri söylemişti: “Bunu size, fakirlerin ihtiyaçları yolunda harcanması üzere iade ediyorum.”

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha, ailesiyle birlikte akşam yemeğine oturduğu vakitlerde, sık sık birilerinin aç olduğu haberini alırdı. Bütün aile, sorgusuz sualsiz tabağındaki yemekleri bir sepete doldurur ve sıkıntı çekmekte olan aileye gönderirdi. Böyle zamanlarda Hz. Abdülbaha, gülümseyerek şu sözleri söylerdi: “Bizim için bunun bir önemi yok, nasıl olsa dün akşam yemek yemiştik ve yarın akşam da elbet yemek yeme fırsatımız olacaktır.”

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha Dublin’deyken küçük bir otelde kalmaktaydı. Aynı otelde kalan bir bayan, O’nunla ilgili şu hikayeyi aktarmıştır:

Bir sabah erken saatlerde camından dışarı bakmaktadır. Hz. Abdülbaha’nın bir aşağı bir yukarı yürüyerek yazmanına bir şeyler yazdırmakta olduğunu görmüştür. Bir an, çok kirli ve yıpranmış elbiseler içindeki yaşlı bir adam hanın yanından geçer. Hz. Abdülbaha yazmanının adamı geri çağırmasını istemiştir.

Adam yaklaştığı sırada Hz. Abdülbaha da ona doğru yürüyerek selam verir. Zavallı adamın ellerini Ellerinin arasına alıp sanki eski bir dostunu görmüşçesine gülümser. Adamcağızla birkaç kelime konuşarak kendisini daha iyi hissetmesi için çabalamaktadır. En nihayet adam belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık verir Hz. Abdülbaha’ya, ama bu gülümseme dahi hüzün doludur. Hz. Abdülbaha onunla konuşurken adamın üstünü başını gözden geçirmektedir. Pantolonunun oldukça yıpranmış olduğunu ve neredeyse vücudunu kapatamayacak bir hale geldiğini görerek şöyle söyler: "Bu konuda bir şeyler yapmalıyız."

Cadde henüz boştur çünkü sabahın erken saatleridir. Nezaketli bir gülüşle duvarın gölgesine saklanan Hz. Abdülbaha, abasının altında bir şeyler yapmaya başlar. Birdenbire silkinir ve pantolonu yere düşer. Yeniden abasına sarınarak gelir ve adamcağıza pantolonunu uzatır. "Allah seninle olsun." diyerek yazmanına döner, sanki olağandışı hiçbir şey olmamışçasına yazdırmaya devam eder.

Hikayeler – Benliksizlik

BENLİKSİZLİK VE KULLUK

Hz. Abdülbaha Kendisi için ucuz elbiseleri tercih ederdi. Fazla elbisesi olduğu zaman daima başkalarına verirdi. Birgün Akka Valisi'ni davet edecekti. Hanımı abasının bu olay için çok iyi olmadığını düşündü. Davetten çok önce terziye giderek Hz. Abdülbaha için bir aba ısmarladı. Eski abası ile yenisinin değiştirildiğini fark etmeyeceğini düşündü. Ama titizlik derecesinde temiz olmayı isterdi. Valinin ziyaret günü geldiği zaman Hz. Abdülbaha için yeni abası ortaya konmuştu. Fakat O eski abasını aramaya başladı.                       

Ortada duran yeni abanın Kendisine ait olmadığını söyleyerek eski abasını istedi. Hanımı davet dolayısıyla O'na yeni bir aba aldığını söylemeye çalıştı, fakat O bunu kabul etmedi. Bu abaya verilen parayla her zaman giyindiği sade abadan beş tane alınabileceğini söyledi. Kendisine bir aba için  bu kadar para harcamanın gereksiz olduğunu söyledi. Yeni bir abaya ihtiyaç varsa, o zaman bu pahalı abayı gönderip aynı paraya beş tane sade aba alabileceklerini söyledi. "Böylece bakın, sadece yeni bir abam olmayacak, başkalarına vermek üzere de dört abam olacak" diye buyurdular.

sayfa ayırıcı

Bir zamanlar Hz. Abdülbaha'nın Makamını tanımayan çok kibirli bir adam vardı. Bir gün yolda Hz. Abdülbaha'ya yaklaştı ve O’na şöyle seslendi: “Demek Sana Allah’ın hizmetkârı diye hitap ediyorlar.” Hz. Abdülbaha gerçekten isminin bu olduğu şeklinde yanıt verdi. “Abdülbaha” adı “Baha’nın Kulu” veya “Allah’ın Hizmetkârı” anlamına gelir.

“Öyleyse ben de Musa'yım” dedi adam kibirli bir sesle. Adam Allah’ın Peygamberi’nden bahsediyordu ve gerçekte adı bu değildi. Hz. Abdülbaha’yı kızdırmaya çalışıyordu fakat Hz. Abdülbaha onun alayına yanıt vermedi. Bunun yerine, adama ertesi sabah sokakta aynı noktada Kendisi ile buluşmasını ve birlikte gidip Hz. Musa’nın yaptığı gibi insanlara hizmet edeceklerini söyledi.

Adam kabul etti ve ertesi gün sabahtan akşama kadar Hz. Abdülbaha’ya, hastaları ve dertlileri ziyaretinde, yoksullara hizmetinde ve O’nun sevgisini ve O’nun hikmetli tavsiyelerini almaya susamış olan insanlarla görüşmesine eşlik etti. Akşam olduğunda, kendisine Musa diyen adam son derece bitkin düşmüştü. Buna rağmen, gururundan vazgeçmeyecekti ve Hz. Abdülbaha kendisinden ertesi gün O’na eşlik etmesini istediği zaman kabul etti.

İkinci günün akşamında yine bitkin düşmekle beraber, Hz. Abdülbaha'ya bir başka gün de eşlik etmeyi kabul etti. Üçüncü gün zahmetli işlerinden döndüklerinde, adam bir dakika için bile olsun bu kadar çok çalışma düşüncesine dayanamadı. Dersini almıştı ve Hz. Abdülbaha'nın büyüklüğünü bir nebze olsun idrak etmişti. Böylece onların yolları ayrılırken ve Hz. Abdülbaha onu başka bir çalışma günü için davet etmeden önce, adam büyük bir alçakgönüllülükle şu sözleri söyledi: "Ya Abdülbaha, yarın sabah artık Musa olmayacağım."

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha, batıya yaptığı ziyaret sırasında, Kendisinin resmini çekmek isteyen sayısız insanla karşılaşmaktaydı. Elinde fotoğraf makineleriyle bekleyen birçok kişi, O’nun resmini çekebileceği bir anı yakalayabilmek umuduyla kapısının önüne doluşmaktaydı. Ev sahibesi, bir gün fotoğrafçılardan birine şu sözleri söylemişti: "Başka bir ülkeden gelmiş olan bir ziyaretçiyi, kendi rızası olmadan fotoğraflamanın kibar bir davranış olduğuna inanıyor musunuz?" "Hayır, elbette ki değil. Ama eğer başkaları O’nun fotoğrafını çeker de ben çekemezsem, müdürüm benim beceriksiz olduğumu düşünür."

Hz. Abdülbaha çölde yürürken

 

Ev sahibesi durumu Hz. Abdülbaha’ya aktardığı zaman, onu yürekten bir gülüşle karşılamıştı. Hz. Abdülbaha ona, "Eğer illa da fotoğraf çekmesi gerekiyorsa, en azından iyi fotoğraflar çeksin. Zira şu gazetede çıkan resimler pek de iyi değil." demişti.

Ve ardından, resminin çekilmesine müsaade eden Hz. Abdülbaha, bunu dostlarının hatırı için yapmıştı. Çünkü O’na göre, insanın kendisiyle ilgili bir resme sahip olması çok önemsiz bir konuydu. Çünkü bir resim, ancak şahsi bir mesele olabilirdi, tıpkı bir lamba gibi. Oysa lambanın içinde yanan ışıktı önemli olan. Ve resimde bu ışığı görebilmek imkânsızdı.

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha Kendisinin övülmesini asla istemezdi. Bir gün, Florian King adındaki bir bayan, Hz. Abdülbaha’ya şu sözlerle hitap etmişti: "Ey Sevgili, Senin Zatın yahut huzurun olmasa, Cennet benim için karanlık bir mesken olurdu. Sen Hz. Bahaullah’sın; Sen Hz. Muhammed’sin; Sen Hz. İsa’sın; Sen Hz. Musa’sın; Sen Hz. Buda’sın…"

Hz. Abdülbaha ellerini uzatmış ve şunları söylemişti: "Tut ellerimi!" Yüzü öylesine ışıklıydı ki sanki bütün yüzü tek bir ışık demetiydi.

Bayan King: "Elinizi öpebilir miyim?" diye sorduğunda Hz. Abdülbaha şu yanıtı vermişti: "Hayır, sevgili kızım! Buna müsaade yok, çünkü tapınılan şahıs değildir. Önemli olan ışığı yansıtan lamba değil, ışığın kendisidir!"

sayfa ayırıcı

Amerika’nın ilk Bahailerinden Lua Getsinger, Akka’da başından geçen bir olayı anlatır. Hz. Adülbaha’yı görmek için hapishane şehri Akka’ya gider. Birgün Hz. Abdülbaha çok meşgul olduğu için fakir ve hasta dostlarından birini ziyarete gidemeyeceğini söyler. Kendi yerine Lua’nın gitmesini ister. Hasta adama yiyecek götürmesini ve onunla kendisinin ilgilendiği gibi ilgilenmesini rica eder.

Lua’ya gideceği yeri tarif eden Hz. Abdülbaha’nın güvenine layık olmak, onu gururlandırmıştı; sevinç içinde yola çıkmış, fakat çok geçmeden de geri dönmüştü. "Hz. Abdülbaha, beni ne denli kötü bir yere göndermiş olduğunuzu tahmin bile edemezsiniz. Neredeyse bayılıyordum oradaki korkunç kokulardan, o kirli odalardan ve adamın içinde bulunduğu aşağılayıcı durumdan. Oradan felaket bir mikrobun hastalığını kapmadan geri döndüm." diyerek şaşkınlığını ifade etmişti Lua.

Hz. Abdülbaha, üzüntülü ve sert bir baba edasıyla bakarken şu sözleri söylemiştir: "Eğer Allah’a hizmet etmek istiyorsan, insan kardeşlerine hizmet etmen gerekir; çünkü Allah’ın suretini ve benzerliğini ancak onlardan görebilirsin. Şimdi o eve geri dön ve eğer kirliyse temizle, eğer bu kardeşin temiz değilse onu yıka, eğer karnı acıkmışsa onu doyur. Bunları yapmadan geri dönme. Nitekim Abdülbaha bunları çok defalar yapmış birisidir. Sen bir kerecik olsun hizmet edemez misin bu adamcağıza?" İşte Hz. Abdülbaha Lua’ya, insan kardeşlerine hizmet etmenin ne demek olduğunu bu yolla öğretmişti.

Hikayeler – Alcakgonulluluk

ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK

Alçakgönüllülük Hz. Abdülbaha'nın en etkileyici sıfatlarından birisiydi. Ahbaplar O’na büyük isimler vermek isterlerdi, ancak O sadece "Baha'nın hizmetkârı" anlamına gelen "Abdülbaha" olarak çağrılmak isterdi. Bir gün Batılı zengin ahbaplar, Hz. Abdülbaha'nın yemekten önce ellerini yıkaması için şatafatlı bir plan hazırladılar. Özel olarak giydirilmiş bir erkek çocuğu güzel, içinde "kristal su" bulunan bir çanak ve parfüm kokulu bir havluyla O’nu beklemeye başladılar.                  

Hz. Abdülbaha yolda yürürken

 

Hz. Abdülbaha, küçük çocukla birlikte ahbapların ellerinde çanak ve havluyla Kendisine doğru geldiklerini görünce niyetlerini anladı. Hemen yakında su bularak ellerini yıkadı ve bahçıvana ait bir bez parçasıyla ellerini kuruladı. Neşe içinde misafirlerini karşılamak için geri döndü ve onlara çanakla havluyu ellerini yıkamak için kullanmalarını söyledi.

Hikayeler – Sefkat

SEVGİ VE ŞEFKAT

Hz. Abdülbaha Batı’ya seyahat ettiğinde, ziyaret ettiği her şehirde, Kendisini görmek ve teşvik edici sözlerini dinlemek için insanlar toplanırdı. Gece ve gündüz boyunca genç ve yaşlı, zengin ve fakir, görevli ve sıradan vatandaş her türden insanı kabul etti. Bazıları O’na olan büyük sevgisinden, bazıları da neler söylediğini merak ettiklerinden geliyordu.

Hz. Abdülbaha Gülümseyen Portre

 

Bir gün, Hz. Abdülbaha’nın kaldığı eve bir kadın gelerek kapıyı çaldı. Hz. Abdülbaha ile birkaç dakika geçirmeyi yürekten arzu eden sıradan birisiydi. Kapıyı açan kişi, "Hz. Abdülbaha ile görüşmek için randevun var mı?" diye sordu. Kadın "Yok." cevabını verdi. Bu durumda, çok önemli insanlarla toplantısı olan Hz. Abdülbaha’yı görmesinin imkânsız olduğu kendisine iletildi. Kadın üzgün bir şekilde geri dönerek evin merdivenlerini inmeye başladı. Kalbini büyük bir hayal kırıklığı doldurmuştu. Ancak, birdenbire Hz. Abdülbaha’nın gönderdiği bir kişi göründü ve kadına geri gelmesini söyledi. Hz. Abdülbaha onu görmek istemişti. Kendisinden güç ve otorite ile şu sözler duyulmuştu: "Bir kalp incindi. Çabuk, çabuk onu bana getirin!"

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha, ruhani şifanın yanı sıra ilaç kullanmanın da doğru olduğuna inanmaktaydı. Akka’da herhangi bir hastane bulunmadığı için Nikolai Bey adında bir doktoru görevlendiren Hz. Abdülbaha, verdiği düzenli maaş karşılığında fakir insanları muayene etmesini istemişti. Doktora, verdiği hizmetin karşılığını kimin ödediği konusunda kimseye bir şey söylememesi gerektiğini tembihleyen Hz. Abdülbaha, bu konuda ondan söz almıştı; buna karşın düşkünler ve fakirler zaten her zaman Hz. Abdülbaha’dan yardım istemeye gelirlerdi. 

Örneğin Naum adında çok yaşlı ve bitkin bir kadın, Hz. Abdülbaha’nın kendisine yaptığı para yardımını almak için her hafta O’nun yanına gelmeyi adet edinmişti. Günlerden bir gün, adamın biri nefes nefese Hz. Abdülbaha’nın bulunduğu yere varmış ve şu sözleri söylemişti: "Ah Efendim! Zavallı Naum kızamık olmuş, kimse yanına bile yaklaşmıyor. Ne yapabiliriz?"

Hz. Abdülbaha, hiç vakit kaybetmeden bir kadını görevlendirerek onun bakımıyla ilgilenilmesini sağlamış, bununla da kalmayıp bir oda kiralayarak Kendi yatağını buraya yerleştirmişti. Doktor ve yiyecek gibi her ihtiyacını karşıladığı gibi, gereken ilginin gösterilmesi için sık sık ziyaretine gitmişti. Naum, huzur ve rahat içinde öldüğünde ise, sade bir cenaze töreni düzenleyip tüm masraflarını üstlenmişti.

sayfa ayırıcı

Bu hikaye, Hz. Abdülbaha’ya bir armağan gönderen Aşkabatlı fakir bir işçinin hikayesidir. Bir yolcunun, Hz. Abdülbaha ile Londra’da buluşmak üzere oradan geçmekte olduğunu duyan fakir adam, büyük bir sevgiyle bağlı bulunduğu Hz. Abdülbaha’ya bir armağan göndermek istemişti. Fakat O’na gönderebileceği hiçbir şeyi yoktu. En nihayet, kumaş mendiline sararak verdiği sade akşam yemeğini Hz. Abdülbaha’ya götürmesini istemişti; bu hediye, Hz. Abdülbaha’ya duyduğu sevginin bir nişanesiydi.

Yolcu, Londra’ya günler sonra varmıştı. Hz. Abdülbaha ile buluştuğunda, O’nu ziyaretçileriyle birlikte yemeğe oturmak üzereyken bulmuştu. Aşkabatlı işçinin armağanını verirken, onun ne şekilde gönderildiğinin hikayesini de anlatmıştı Hz. Abdülbaha’ya.

Armağanı alan Hz. Abdülbaha, mendilin içinden çıkan bir parça kuru kepek ekmeği ile buruş buruş olmuş elmayı ne yapmıştı dersiniz? Onları küçük parçalara ayırıp orada bulunan herkesi, "bu mütevazı sevgi armağanını" Kendisi'yle paylaşmaya davet etmişti. Ve Hz. Abdülbaha, Kendi tabağındaki yemeğe dokunmamıştı o gece.

 

Hikayeler – Umut Vericilik

UMUT VERİCİLİK

Bir zamanlar Londra’da Thames Nehri'nin kıyılarında tek başına yaşayan evsiz bir adam vardı. Adam çok üzgündü ve bütün yaşam umudunu kaybetmişti. Bir gün, bir dükkânın önünden geçerken gözü gazetede bir fotoğrafa takıldı. Bu fotoğraf Hz. Abdülbaha’nın yüzüydü. Adam donmuş bir vaziyette resme bakıp durdu. Hz. Abdülbaha’yı hiç görmemişti ve kim olduğunu da bilmiyordu, ancak O’nunla görüşmesi gerektiğinden emindi. Gazetede bir evin adresi verilmişti ve böylece adam Hz. Abdülbaha’yı orada bulacağını umut ederek yürümeye başladı. Bu, otuz millik (48 km) çok uzun bir mesafeydi, ancak eve ulaşana kadar yürümeye devam etti.

Sonunda eve vardığında çok yorgun ve aç bir haldeydi. Evin hanımı kendisini nazikçe içeri davet etti, ona yemek verdi ve bir süre dinlenmesini sağladı. Dinlenirken, kadına hikâyesini anlattı ve Hz. Abdülbaha’nın evde olup olmadığını sordu. "Beni görür mü? Beni bile?" diye sordu.

Hz. Abdulbaha Kilisede konuşma

 

Kadın tam Hz. Abdülbaha’nın kendisini mutlaka göreceğini söylerken, Hz. Abdülbaha’nın Kendisi kapıda göründü. Adam ayağa kalktı ve Hz. Abdülbaha onu karşılamak için kollarını uzattı. Adam sanki Hz. Abdülbaha’nın uzun süreden beri beklediği eski bir arkadaşıydı. Onu sevgi ve şefkatle karşıladı ve yanına oturmasını söyledi.

Sonra, kaybedilmiş sevinci insanların yüreklerine geri getirmeyi her zaman bilen Hz. Abdülbaha, adamla sohbete başladı. Onu üzüntüsünü atması konusunda teşvik etti ve kendisine Tanrı Melekûtunda zengin olduğunu hatırlattı. Hz. Abdülbaha adama şefkatle yaklaştıkça, rahatlatıcı sözleri adamın kalbini iyileştirmeye ve ona güç vermeye başladı. Üzüntüsü azar azar yok oldu. Adam ayrılmadan önce, Hz. Abdülbaha’ya artık yoksulluğunun kendisini üzmesine izin vermeyeceğini, onun yerine tarlalarda çalışıp küçük bir arazi alacağını ve pazarda satmak için menekşe yetiştireceğini söyledi. Ümitsizliği umuda dönüşmüştü. 

sayfa ayırıcı

I. Dünya Savaşı’nın başlamasına daha yıllar vardı ki Hz. Abdülbaha Bahailere, kendilerini zorlu yıllara hazırlamaları gerektiğini söylemişti. Onlara, daha verimli bir hasat alabilmek için buğdayı ne şekilde ekip biçeceklerinin yanı sıra, topladıkları buğdayı bozulmaksızın yer altı sarnıçlarında saklamanın yollarını öğretmişti. 

Dünya Savaşı sırasında, Filistin topraklarının diğer ülkelerle ilişkisi kesilmiş ve yiyecek bulamayan fakir insanlar açlıktan ölmeye başlamışlardı. Buna karşılık Hayfa ve Akka civarında yaşayan insanlar Hz. Abdülbaha sayesinde bu kıtlıktan kurtulmuşlardı. Çünkü onların, hiçbir şeyleri olmayan insanlara yardım edebilecekleri kadar buğdayları vardı.

Civarda yaşayan ve her millete mensup olan sayısız insan, Hz. Abdülbaha’nın yanına geliyor ve kendine düşen payı almak için sıraya giriyordu. Hz. Abdülbaha ise, tıpkı bir ordu yetkilisinin askerlerine erzak dağıtması gibi gelen bütün insanlara yardım ediyordu. Bu sayede 1914 ile 1918 yılları arasında, ülkedeki binlerce insan ölümden kurtulmayı başarmıştı.

sayfa ayırıcı

Günlerden bir gün, bir kadın Hz. Abdülbaha’ya gelerek O’na derdini açar. Kadıncağız daha üzüntüsünü dile getirirken, Hz. Abdülbaha kendisini sürekli yatıştırmaya çalışmakta ve şu sözleri tekrarlamaktadır: "Artık üzülmeyin, üzülmeyin lütfen." Ama kadın üzüntüsünden vazgeçememektedir: "Kardeşim üç yıldan bu yana hapis yatmakta. Oysa onu hapse atmamalıydılar, çünkü bir suçu yoktu. Zayıf birisidir ve yalnızca başkalarına uyduğu için hapse atıldı. Daha dört yıl boyunca da orada kalacak. Babamla annemin kederi hiç bitmek bilmiyor. Üstelik bu da yetmezmiş gibi, bunca zamandır bizimle ilgilenen eniştemiz de yeni vefat etti."

Hz. Abdülbaha, bu hikayede insanlığın yazgısını görmekteydi. İşte karşısında, her türlü bedbahtlığı yaşayan bir aile vardı; fakirdiler, zayıf, üzgün, şerefleri elinden alınmış ve umutlarını yitirmiş bir haldeydiler. Hz. Abdülbaha kadına şu teselli edici sözleri söyler: "Tanrı’ya güvenmelisiniz." Ama kadın çaresizliğinden alamaz kendini: "O’na ne denli güvenirsem, o denli daha kötüye gidiyor her şey!"

Bunun üzerine Hz. Abdülbaha: "Siz daha önce O’na hiç güvenmemişsiniz." deyince, kadın şu yanıtı verir: "Annem sürekli İncil’i okur. Bu yüzden de Tanrı’nın kendisini böylesine çaresiz bir durumda bırakmasını hak etmiyor. Ben kendim de okuyorum İncil’i; 91. ve 23. Mezmurları her gece yatmadan önce okuyorum her zaman. Ve dua etmeyi asla ihmal etmiyorum."

Hz. Abdülbaha sevgi dolu gözlerle bakmaktadır: "Dua etmek, İncil’i okumak demek değildir. Dua etmek, Tanrı’ya güven duymak ve O’nun rızasını kabul etmek demektir. Sabırlı olup Tanrı’nın rızasını kabul etmelisiniz. O zaman her şeyin değişmeye başladığını göreceksiniz. Ailenizi Tanrı’nın ellerine teslim edin. O’na itimat edin ve rızasını sevmeye çalışın. Güçlü gemiler denizde batmazlar! Şimdi siz de güçlü bir gemi olun ve denize karşı yenik düşmeyin."

sayfa ayırıcı

İnsanlar, Hz. Abdülbaha’nın her zaman böylesine güçlü olup yorgunluk nedir bilmemesine şaşırmaktaydılar. Fakat bir gün, Hz. Abdülbaha gittiği toplantıdan oldukça yorgun bir halde dönünce, yakınında bulunanlar O’nun bu halinden derin bir üzüntü duymuşlardı. Üstelik de önünde, kaldığı eve varması için tırmanması gereken uzun bir merdiven varken…

Hz. Abdülbaha ise, herkesi hayrete düşüren bir süratle merdivenleri tırmanmaya başlamıştı bile. Duraksamadan bir çırpıda çıktığı merdivenlerin en üst basamağında durmuş, aşağıdaki dostlarına şu sözlerle seslenmekteydi: "Hepiniz yaşlanmışsınız, ben ise henüz gencim!" Orada dimdik ayakta duran Hz. Abdülbaha’nın yüzünde yorgunluğun en küçük bir belirtisi bile kalmamıştı.

Yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle onlara bakarken, hepsinin de şaşkın bir vaziyette olduğunu fark ederek şu açıklamada bulunmuştu: "Hz. Bahaullah’ın gücü ile her şeyin üstesinden gelmek mümkündür, ben de biraz önce bu gücü kullandım."

Hikayeler – Birlestiricilik

BİRLEŞTİRİCİLİK

Her gün birçok insan Hz. Abdülbaha’yı evinde ziyarete gelirdi ve O da hepsini kollarını açarak karşılardı. Bir gün, bir bey eve geldi ve sıcak bir şekilde karşılandı. Bir süre sonra, bu bey hala Hz. Abdülbaha’yı ziyaret halindeyken ikinci bir adam ziyarete geldi ve o da sıcak bir şekilde karşılandı. Sonra öyle oldu ki bu iki adam bir anlaşmazlığa düştü ve birbirlerini görmekten hiç mutlu değillerdi. Aslında, aynı odada bile olmak istemiyorlardı. Ne olacaktı? Her ikisi de Hz. Abdülbaha ile olmak istiyorlardı. Onların birisi ayrılmaya mı karar verecekti?

Hz. Abdulbaha ve Topluluk

 

Hz. Abdülbaha sorunu hemen çözdü. Bazı komik hikâyeler anlatmaya başladı ve çok geçmeden iki adam da gülüyordu. Daha sonra Hz. Abdülbaha Kendi evinin bir barış ve neşe evi, bir kahkaha ve sevinç evi olduğunu söyledi. Onların kalplerinde düşmanlık duygularıyla ayrılmalarını istemiyordu. Beyler Hz. Abdülbaha’nın sözleri hakkında düşünerek dikkatle dinlediler. Bir süre sonra, Hz. Abdülbaha her birine biraz tatlı ve bir ipek mendil verdi. Bunların, onların dostluk sözü vermelerinin bir simgesi olacağını belirtti. İki adam gülümsedi. O gün adımlarını Hz. Abdülbaha’nın evine yönlendirenin Allah olduğunun farkına varmışlardı. Ve O’nun huzurundan sevinçli ve kahkaha dolu olarak ayrıldılar.

sayfa ayırıcı

Hz. Abdülbaha Washington’a gittiğinde, Kendi onuruna bir yemek daveti veren yüksek rütbeli hükümet görevlisinin evine, zenci olan Amerikalı arkadaşı Bay Gregory’yi de çağırmıştı. Bay Gregory bu davete şaşırmıştı, çünkü bu yemeğe resmi olarak çağrılmadığını biliyordu; kaldı ki, beyaz ırktan olan Amerikalıların siyahilerle aynı sofrada oturup yemek yemek gibi bir adeti de yoktu. Buna karşın gitmesi gerektiğini hissetmişti, ne de olsa onu görmek isteyen Hz. Abdülbaha’ydı.

Hz. Abdülbaha, onu her zamanki sevgi dolu nezaketi ile karşılamıştı. Bir saat boyunca çeşitli konularda sohbet ettikten sonra, evin hizmetlisi kapıda belirerek yemeğin hazır olduğu haberini vermişti.

Hz. Abdülbaha hızla ayağa kalkarak yemeğin yeneceği salona gitmişti. Bay Gregory ise ne yapacağını bilmez bir halde oracıkta kalakalmıştı. Gitmeli miydi, yoksa orada beklemeli miydi? Hz. Abdülbaha masanın başında durmuş, yüksek bir sesle ve İngilizce olarak şu soruyu sormaktaydı: "Nerede benim dostum Bay Gregory? Dostum Gregory benimle yemek yemeli!"

Yapılacak tek şey vardı, o da Bay Gregory’yi bulmaktı. Hizmetli dışarıya çıkarak Bay Gregory’yi aramaya gittiğinde, Hz. Abdülbaha da önünde duran sayısız çatal, bıçak ve bardağı bir kenara iterek Kendi yanında oturması için Bay Gregory’ye yer açmıştı.

Böylelikle Bay Gregory, Hz. Abdülbaha’nın yanındaki şeref sandalyesinde oturmuştu. Hz. Abdülbaha oradakileri öylesine neşeli bir şekilde eğlendirmekteydi ki yalnızca teninin rengi yüzünden bir insandan hoşlanmamak gibi manasız bir düşünceyi unutmuş görünüyorlardı, en azından kısa bir müddet için.

Hikayeler – Kulluk

NEZAKET

Hz. Abdülbaha ile birlikte olmak herkesi mutlu ederdi. Kaldı ki O’nunla birlikte olan insanların huyu da güzelleşirdi. Akka’ya gelen ziyaretçiler arasından bir kadın, bundan böyle insanlara karşı sevgiden başka bir duygu beslemeyeceği kanaatine varmıştı. Fakat bir öğleden sonra, Kutsal Topraklar’daki ziyareti süresince birlikte kaldığı iki oda arkadaşının yanında, üçüncü bir şahısla ilgili yakışıksız sözler söylemekten alıkoyamamıştı kendisini.

Onlar henüz odalarında oturmuş sohbet ederlerken, Hz. Abdülbaha yaşlı ve hasta insanlara yaptığı genel ziyaretten geri dönmüş, konuşulan nezaketsiz sözleri işiten kadınlardan birini yanına çağırmıştı. Kendisinin yokluğunda bir başkası hakkında nezaketsiz sözler sarf edildiğini söyleyerek, Bahailerin birbirini sevmemesinden veya aralarından birinin bir başkası hakkında konuşmasından duyduğu üzüntüyü dile getirmişti. Ve ona, konu hakkında konuşmayıp dua etmesini salık vermişti.

Hz. Abdülbaha Merdiven Başında

 

Bir müddet sonra herkes öğlen yemeğindeyken, nezaketsizlik etmiş bulunan kadın, henüz hatasının farkında değildi; ta ki gözleri Hz. Abdülbaha ile buluşana dek. O’nun gözleri o denli sevgi ve şefkat doluydu ki birdenbire sözlerinin hatalı olduğunu fark ederek gözyaşlarına boğuldu. Hz. Abdülbaha bir süre onunla ilgilenmemiş gibi göründü. Kadıncağız ise yemek boyunca gözlerinden akan yaşları durduramamıştı.

Ne zaman ki Hz. Abdülbaha ondan tarafa bakıp gülümsediğinde, sanki onu kendisine çağırırcasına birkaç kez ismini tekrarlamıştı. O anda mutlulukla dolan yüreği, Hz. Abdülbaha’nın kendisini affedeceğini ve bundan sonra başkalarına karşı daha fazla sevgi beslemesi için ona yardım edeceğini biliyordu.