Toplumsal Meseleler

Bahai Yazıları dinin, hem bireysel gelişim hem de toplumun geniş kapsamlı ilerlemesine katkıda bulunmak için çok etkili bir dürtü olduğunu öğretir. Bu nedenle din, sadece bir dizi inanç, ritüel ve ibadet şekilleri olarak görülmez. Din bilakis, etkileşimin ve düzenin yeni modellerinin ortaya çıktığı geniş toplumun ve hem kalp hem de zihin seviyesinde bireyin dönüşümünü meydana getirmeye muktedir olan ruhani güçler için bir vasıta olarak anlaşılmaktadır. Bahai Dini’nin İlahi Tanrı Elçisi Hz. Bahaullah şöyle buyurmuştur: “Yaşadığınız asrın gerekleri ile yakından alakadar olunuz, onun icapları üzerinde düşününüz.”

Hz. Bahaullah’ın sözlerinin yanılmaz yorumcusu olan Hz. Abdülbaha doğruluğu tasdik edilmiş çeşitli yazı ve konuşmalarda insanlığın bugün karşı karşıya olduğu bazı acil meselelere ilişkin Bahai öğretilerini izah ederek Kutsal Sözlerin yani Vahyin, toplumsal gerçekliğe nasıl dönüştürülebileceğinin yolunu göstermiştir. Aşağıda yer alan kısa derleme, Hz. Abdülbaha’nın 1911-1913 yılları arasında Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarında yaptığı çeşitli konuşmalardan oluşturulmuştur. Daha geniş kapsamlı okuma ve inceleme için sitenin KİTAPLAR başlığını ziyaret etmek isteyebilirsiniz.

TM – Ekonomik Adalet

EKONOMİK ADALET

Ekonomik Adalet

Ekonomik Adalet

Her insanın yaşama hakkı vardır. Dinlenmeye ve belli bir düzeyde refaha da hakkı vardır. Zengin bir adam sarayında nasıl lüks ve azami konfor içinde yaşayabiliyorsa fakir bir adam da yaşamın temel gereksinimlerine sahip olabilmelidir. Kimse açlıktan ölmemelidir; herkesin yeterli giysisi olmalıdır; bir insanın hiçbir geçim kaynağı yokken diğeri aşırı bolluk içinde yaşamamalıdır. Daha mutluluk verici koşullar sağlamak için tüm gücümüzle çaba gösterelim ki tek bir insan bile mahrumiyet yaşamasın.

Aşırı zenginlik ve yoksulluk sınırlandırılmalıdır

Hz. Bahaullah’ın Öğretisinin en önemli prensiplerinden birisi şudur: Her insanın, yaşadığı her yerde günlük ihtiyaçlarını karşılama hakkı olması ya da geçim kaynaklarının dengelenmesi. İnsanların koşulları öyle düzenlenmelidir ki fakirlik yok olmalı ve herkes, mümkün olduğu ölçüde, mevki ve konumuna göre konfor ve refaha ortak olmalıdır.

"Bu mesele insanlar arasında mutlak eşitlik sağlanarak çözülemez."
Aramızda bir tarafta haddinden fazla zenginliğe sahip olanları, diğer tarafta hiçbir şeyleri olmayıp açlıktan kıvranan zavallıları görüyoruz; birçok muazzam sarayları olanlar ve başını sokacak bir yeri olmayanlar. Bazılarının son derece pahalı ve leziz yiyeceklerden oluşan birçok öğünü varken başkaları hayatta kalmak için bir dilim kuru ekmeği zor buluyor. Kimileri kadifeler, kürkler ve güzel kumaşlar giyerken diğerlerinin soğuktan korunmak için giydikleri şeyler yetersiz, yırtık pırtık ve incecik. Bu durum yanlıştır ve düzeltilmelidir. Ancak bunu yaparken de dikkatli olmak gerekir. Bu mesele insanlar arasında mutlak eşitlik sağlanarak çözülemez.

Mutlak eşitlik boş bir hayaldir! Tamamıyla uygulanamaz bir şeydir! Hatta mutlak eşitlik sağlanmış olsa bile devam edemezdi ve varlığı mümkün olsaydı dünyadaki bütün düzen yıkılırdı. Sıralılık yasası insanlık âleminde her zaman hüküm sürmelidir. Tanrı, insanın yaratılışında böyle hüküm buyurmuştur.

Bazılarının aşırı zengin ve diğerlerinin acınacak kadar fakir olması durumunu kontrol altına alarak bunu iyileştirmek için bir düzenleme yapılması gerektiği kesindir. Zenginliği sınırlandırmak önemli olduğu kadar fakirliği sınırlandırmak da önemlidir. İkisinde de aşırılık iyi değildir. En makbulü ikisinin arasıdır. Bir sermayedarın büyük bir servetinin olması onun hakkıysa, işçisinin yeterli geçim kaynaklarına sahip olması da aynı ölçüde adildir. Çevresinde fakruzaruret içinde birisi varken muazzam serveti olan bir bankerin varlığı söz konusu olmamalıdır. Fakirliğin açlık seviyesine ulaştığını görürsek bu, bir yerlerde bir zorbalık olduğunun somut bir işaretidir. İnsanlar bu konuda harekete geçmeli ve çok sayıda insanın sefaletine yol açan koşulları değiştirmek için daha fazla beklememelidir. Zenginler, servetlerinin fazlasını ihtiyaç sahiplerine bağışlamalı, yumuşak kalpli olmalı ve temel ihtiyaçlardan yoksunluğun acısını çeken mazlumları düşünerek şefkat dolu bir anlayış göstermelidirler.

Fakirliğin açlık seviyesine ulaştığını görürsek bu, bir yerlerde bir zorbalık olduğunun somut bir işaretidir.

Bu aşırı zenginlik ve yoksullukla ilgili özel yasalar çıkarılmalıdır. Hükümet üyeleri toplumun yönetimine dair planları yaparken Allah’ın yasalarını göz önüne almalıdırlar. İnsanlığın genel hakları kollanıp korunmalıdır. Hükümetler, herkese eşit adalet sağlayan İlahi Yasa’ya uymalıdırlar. Esef verici ölçüde aşırı bir zenginliğin ve sefil, moral bozucu ve onur kırıcı olan fakirliğin ortadan kaldırılabilmesinin tek yolu budur. Bu yapılana dek Allah’ın Yasası’na itaat edilmiş olunmayacaktır.

TM – Kadin Erkek Esitligi

KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ

Kadın Erkek Eşitliği

Kadin Erkek Esitligi

Allah’ın gözünde hiçbir cinsiyet diğerinden üstün değildir

Tanrı tüm yaratıkları çiftler halinde yaratmıştır. İster insan olsun ister vahşi hayvan ya da bitki, bu üç âlemdeki her şeyin iki cinsi vardır ve bunların arasında da mutlak bir eşitlik mevcuttur. Bitki âleminde erkek ve dişi bitkiler vardır; iki taraf arasında eşitlik vardır, türlerinin güzelliğine eşit oranda sahiptirler. Ancak, gerçekten de meyvesi olan bir ağacın meyvesiz olandan daha üstün olduğu söylenebilir.

Hayvanlar âleminde de erkek ve dişilerin eşit hakları olduğunu görürüz ve her biri türünün avantajlarına sahiptir. Şimdi doğanın bu iki alt âleminde bir cinsin diğerine üstünlüğü gibi bir konu olmadığını görmüş olduk.

Allah’ın gözünde hiçbir cinsiyet diğerinden üstün değildir. O halde bir cins diğerinin daha aşağı olduğunu nasıl iddia edebilir ve Allah böyle bir davranışa izin vermiş gibi diğer tarafı doğal hak ve ayrıcalıklarından nasıl mahrum bırakabilir?
İnsanlık âleminde büyük bir ayrımla karşılaşırız; kadınlar sanki ikinci sınıflarmış gibi muamele görmekte ve eşit hak ve ayrıcalıklardan mahrum bırakılmaktadırlar. Bu durum, doğanın gereği olmayıp eğitim yüzündendir. İlahi Yaratılışta böyle bir ayrım yoktur. Allah’ın gözünde hiçbir cinsiyet diğerinden üstün değildir. O halde bir cins diğerinin daha aşağı olduğunu nasıl iddia edebilir ve Allah böyle bir davranışa izin vermiş gibi diğer tarafı doğal hak ve ayrıcalıklarından nasıl mahrum bırakabilir? Kadınlar, erkeklerle aynı eğitim imkânlarına sahip olsaydı her iki cinsiyetin de âlim olmak için eşit kapasiteleri olduğu ortaya çıkardı.

Kadın, bazı konularda erkekten üstündür. Daha şefkatli bir kalbe sahiptir, daha alıcıdır, sezgisi daha güçlüdür. Kadının hâlihazırda bazı yönlerden erkeğin daha gerisinde olduğu inkâr edilemez; bu geçici zaafın nedeni, eğitim fırsatından yoksun kalmış olmasıdır. Hayatın zorunlulukları içinde kadın daha güçlüdür, çünkü erkek varlığını bile kadına borçludur.

Eğer anne eğitimli olursa çocukları da iyi eğitilecektir. Anne sağduyulu ise çocukları da bu yönde ilerleyecektir. Eğer anne dindar ise çocuklarına Allah’ı nasıl sevmeleri gerektiğini gösterecektir. Eğer anne ahlaklı ise çocuklarını da dürüstlüğe sevk edecektir. Bu nedenle açıktır ki gelecek kuşaklar bugünün annelerine bağlıdır. Bu durum kadın için hayati bir sorumluluk değil midir? Böyle bir görevin gerektirdiği donanıma sahip olmak için kadının mümkün olan her avantajdan yararlanması gerekmez mi?

Bu nedenle açıktır ki gelecek kuşaklar bugünün annelerine bağlıdır. Bu durum kadın için hayati bir sorumluluk değil midir? Böyle bir görevin gerektirdiği donanıma sahip olmak için kadının mümkün olan her avantajdan yararlanması gerekmez mi?

Bu nedenle hiç şüphe yok ki Tanrı, bu kadar önemli bir işlevi olan kadının arzu edilen mükemmelliği elde etmesi ve bu büyük görevini yerine getirebilmesi için gereken eğitimin eksikliğinden ötürü acı çekmesini hoş karşılamaz! Tanrı’nın gözünde birinin diğerine üstünlüğü söz konusu olmadığı için İlahi Adalet iki cinsin haklarına da eşit saygı gösterilmesini ister. Tanrı önünde saygı görmek, cinsiyete değil kalbin saflığına ve aydınlığına bağlıdır. İnsani erdemler herkese eşit derecede aittir!

Erkekler eşitliği kabul ettiğinde artık kadınların kendi hakları için mücadele etmeleri gerekmeyecektir!
O halde kadın daha yüksek bir mükemmellik seviyesine ulaşmak, erkekle her açıdan eşit olmak, geri kaldığı her şeyde ilerlemek için gayret etmelidir ki erkekler de kadının kapasite ve beceri açısından eşit olduğunu kabul etmek durumunda kalsınlar. Tanrı’nın inayeti herkes içindir ve herkese gelişmek için güç verir. Erkekler eşitliği kabul ettiğinde artık kadınların kendi hakları için mücadele etmeleri gerekmeyecektir!

Kadınlar erkeklerle omuz omuzadır, hiçbir harekette geride bırakılamazlar

Hz. Bahaullah’ın Zuhuru’nda kadınlar erkeklerle omuz omuzadır. Hiçbir harekette geride bırakılmayacaklardır. Hakları erkeklerle eşit derecededir. Politikanın tüm idari dallarına gireceklerdir. Her alanda insanlık âleminin en yüksek mevkisi olarak düşünülecek bir seviye elde edecekler ve bütün işlere katılacaklardır. Bundan emin ol. Mevcut duruma bakma; uzak olmayan bir gelecekte kadınların dünyası çok parlak ve görkemli bir hale gelecektir. Çünkü Hz. Bahaullah böyle istemiştir! Seçimlerde oy kullanmak kadınların devredilemez hakkıdır ve kadınların tüm kurumlarda yer alması tartışılmaz ve inkâr edilemez bir konudur. Bunu kimse ne önleyebilir ne de geciktirebilir.

Ne mutlu size! Ne mutlu size! Sizler gerçekten de her ödüle layıksınız. Sizler gerçekten de başlarınızın ebedi izzet tacıyla taçlandırılmasını hak ediyorsunuz; çünkü bilim ve sanatta, erdem ve mükemmellikte erkeklerle eşit ama kalbin yumuşaklığı ve merhamet ve sevginin bolluğunda onlardan üstünsünüz.

Kadınlar gelişimlerinin en üst seviyesine ulaştıklarında zamanın, mekânın ve sahip oldukları büyük kapasitenin gereğine göre olağanüstü ayrıcalıklar elde edeceklerdir. Bu söylediklerime güven. Hz. Bahaullah kadın davasını çok desteklemiştir ve kadınların sahip olduğu hak ve ayrıcalıklar Abdülbaha’nın en yüce prensiplerinden birisidir. Bundan emin ol! Erkeklerin kadınlara şu şekilde hitap edeceği günler uzak değildir: “Ne mutlu size! Ne mutlu size! Sizler gerçekten de her ödüle layıksınız. Sizler gerçekten de başlarınızın ebedi izzet tacıyla taçlandırılmasını hak ediyorsunuz; çünkü bilim ve sanatta, erdem ve mükemmellikte erkeklerle eşit ama kalbin yumuşaklığı ve merhamet ve sevginin bolluğunda onlardan üstünsünüz.”

Kadın erkek eşitliği sağlanmadan insanlık mutluluğa erişemez

Erkek ve kadın Tanrı Yanında eşittirler, hepsi insan türünden olup Âdem soyundandırlar. Çünkü dişi ve erkek insana has bir özellik değildir, bitki âleminde ve hayvan âleminde de dişi ve erkek mevcuttur. Fakat arada asla bir üstünlük söz konusu değildir. Bitki âlemine bakınız, erkek bitki ve dişi bitki arasında acaba bir üstünlük var mıdır? Hayır, tam bir eşitlik vardır. Bunun gibi de hayvan âleminde de erkek ve dişi arasında asla bir üstünlük söz konusu değildir. Hepsi Tanrı'nın Bağış Gölgesindedirler. O halde, varlıkların en onurlusu olan insana bu ihtilafa düşmesi acaba yaraşır mı? Bugüne kadar kadının geri kalması, erkeklerle aynı şekilde terbiye görmemesinden doğmaktadır. Eğer kadınlar da erkekler gibi terbiye görmüş olsalardı kuşkusuz erkekler gibi olurlardı. Erkeklerin olgunluklarını elde edince elbette eşitlik derecesine erişirler.

Kadın ve erkeğin tam eşitliği sağlanmadan insanlık âleminin mutluluğu tamamlanamaz.”

TM – Egitim

EĞİTİM

Eğitim

Egitim

Maddi ve Ruhani Eğitim

Her insan, ilk önce kendini eğitme düşüncesinde olmalıdır. Kendisini olgunlaştırmayı düşünmelidir. Çünkü ilk önce kendi nefsinin terbiyesi gereklidir. Bakınız; bütün varlıklar terbiyeye muhtaçtır. Son derece güçsüz olan bir bitki terbiye görünce, güçlü olur. Küçük çiçekleri terbiye edince gelişip büyürler. Meyvesiz ağacı terbiye edince meyve verir. Çalı, çırpı ile dolu olan yeri terbiye edince güllük olur. Yabani hayvanları terbiye edince evcil ve ehli olurlar. O halde, terbiyenin her şeyde etkili olduğu açıklığa kavuştu. Fakat insan âleminde etkisi daha da büyüktür. Terbiye edilmeyen insan, hayvan gibidir. Belki de hayvandan da beterdir. Örneğin; birkaç çocuk çölde kalsalar asla terbiye olamazlar, kuşkusuz cahil kalırlar, muhakkak uygarlık dünyasından habersiz olurlar. Hiçbir sanayiye, ticarete ve ziraata sahip olamazlar.

Terbiye ruhanî ve maddî veya İlâhî ve doğal olmak üzere iki çeşittir.
Terbiye ruhanî ve maddî veya İlâhî ve doğal olmak üzere iki çeşittir. Tanrısal Peygamberler, ruhanî öğretici ve İlâhî öğretmendirler. İnsanları Tanrısal terbiye ile eğitirler. İnsanın ahlâkını ve kalbini eğitirler. Ayrıca maddî ilerlemeleri de, ruhanî ilerlemelerle beraber meydana gelir. İnsanın ruhu, kalbi ve huyları terbiye görünce kuşkusuz maddî eğitim de sağlanmış olur. O halde sizin ilk önce kendi nefsiniz ve ahlâkınızı terbiye edip, konuşmanızı düzelteceğinizi ve böylece eksikliklerden arınmış ve insanlık âleminin erdemlikleri ile süslenmiş olarak halkın terbiyesi ile uğraşmanızı ümit ederim. Zira insanlık âlemi karanlıktır. Daima savaşlar, insan öldürmeler, kavgalar ve çatışmaların olduklarını görüyorsunuz. İnsanlık âlemine bir hizmet edebilmenizi bu dünyanın aydınlığına sebep olabilmenizi teyit bulmanızı ve bu konuda başarılı olmanızı Tanrı'dan dileyiniz.

Öğretim ve eğitim gücü de iki çeşittir. İnsan, biri sözleri, öbürü ise davranışları ile kişileri terbiye edebilir.

İnsanın sözleri ile halkı terbiye edebildiği halde, davranışlarıyla terbiye yapabilmesi daha büyük bir iştir. Zira davranışların etkisi daha fazladır. Örneğin; insan, vefadan söz ederek halkı dille sevgi ve vefaya çağırması ile kendisinin sevgi ve vefa ile davranması arasında fark vardır. Kuşkusuz davranışın etkisi daha fazladır. Veyahut halkı cömertliğe çağırmak yerine kendisi cömertlik gösterirse elbette bu daha etkilidir. Eğer insanları sevgiye davet etme yerine kendisi sevgi gösterirse kuşkusuz bu daha etkilidir. İnsan, başkalarına yapmasını önerdiği konuları kendisi yaparsa elbette etkilidir. Fakat eğer halkı iyi ahlâka davet edenin kendisi kötü ahlâka sahip ise, asla etkili olamaz. Eğer halkı adalete çağırırsa, fakat kendisi adaletli olmazsa bunun ne yararı vardır? Eğer halkı insanlık âleminin birliğine çağırsa, fakat kendisi bunu yapmazsa, bu çağrının ne sonucu olabilir? O halde insan, başka kimseleri kendi davranışları ile eğitmelidir. Çünkü insan; kutsallığın özü olmadıkça, tam bir imana kavuşmadıkça, vefa makamına erişmedikçe, duyguları İlahî Duygular olmadıkça; ruhu Ruhulkuds'e yönelmedikçe, düşünce aydınlığı, kutsal kalp ve iyi davranışlara sahip olmadıkça kuşkusuz onun sözü asla etkili olamaz, düşünceleri asla fayda veremez. Ne söylese ve ne yazsa hepsi yararsızdır.

Eğer halkı insanlık âleminin birliğine çağırsa, fakat kendisi bunu yapmazsa, bu çağrının ne sonucu olabilir? O halde insan, başka kimseleri kendi davranışları ile eğitmelidir.

TM – Irkciligin Yok Edilmesi

IRKÇILIĞIN YOK EDİLMESİ

Irkçılığın Yok Edilmesi

Irkciligin Yok Edilmesi

Irksal önyargı hakkında: Bu; hayal ürünü, apaçık ve düpedüz bir hurafedir! Zira Tanrı hepimizi tek bir ırktan yaratmıştır. Başlangıçta herhangi bir fark yoktu, çünkü hepimiz Hz. Âdem’in soyundanız. Başlangıçta dünyada herhangi bir sınır ve engel de yoktu; hiçbir halkın dünyanın herhangi bir köşesinde diğerinden daha fazla hakkı yoktu.

Allah’ın nazarında çeşitli ırklar arasında hiçbir fark yoktur.
Allah’ın nazarında çeşitli ırklar arasında hiçbir fark yoktur. İnsanoğlu neden böyle bir önyargı icat etsin ki? Nasıl oluyor da bir yanılsama yüzünden savaş çıkarıyoruz? Allah, insanları birbirlerini yok etsinler diye yaratmadı. Tüm ırklar, kabileler, mezhep ve sınıflar Semavi Babalarının yanında eşit hakka sahiptir. Tek fark Tanrı’nın yasalarına sadakat ve bağlılık derecesinde yatar. Yanan meşaleler gibi olanlar da vardır, insanlık semasında yıldız gibi parlayanlar da. İnsanlığı sevenler; hangi millet, inanç ya da renkten olurlarsa olsunlar en üstün insanlardır. Bencil ve kardeşlerinden nefret eden insanlar vardır; bunların kalplerinde önyargı, sevgi dolu şefkatin yerini almıştır ve yarattıkları etki anlaşmazlık ve çatışmayı besler. Eğer bu farklılıkları Allah yarattıysa biz neden başka şeyler icat edelim?

Herkes Âdem’in soyundandır ve tek bir ailedendir.

Kuruntulardan biri ırk taassubudur. Alman kavmi, İngiliz kavmi, Fransız kavmi ve diğerleri, diye ayırmak ne kadar yanlıştır. Çünkü herkes Âdem’in soyundandır ve tek bir ailedendir. O halde, tek bir cinsten ve tek bir insanın evlâtları olduklarına şüphe yoktur. Sonuç olarak, ırkların ayrı olduğunu tasavvur etmek kuruntudur. Ülke taassubuna gelince; bu Avrupalı, bu Amerikalı ve bu Afrikalıdır deyip tek bir kıtada hayali çizgiler çizerek ayrılmalar yapanlar ve bu kanıda olanlar çoktur. Gerçekte bütün yer tek bir kıtadır. Örneğin, mademki ben bu evde yaşıyorum bu evin dışında olanlar benden değillerdir, bu ev benim evim olduğundan komşum yabancıdır, komşunun evi benim yurdum değildir ve onu öldürüp evini yıkmak gerekir, diye bir benzetme yapılabilir. Görülüyor ki yurt taassubu da kuruntudan ibarettir, kavga ve savaşların temelidir.

Yeryüzü tek bir kıtadır.
Kişisel çıkarlarını düşünen insanlar ise makam ve idarecilik hırsı ile bu taassupları körükleyerek zavallı insanları birbirlerine düşürmekte ve birçoklarının savaş meydanlarında parçalanmalarına sebep olmaktadırlar. Krallar, kendi saraylarında rahat ve huzur içinde yaşarlarken yurt sevgisini bahane ederek birçok zavallı yoksulu savaş meydanlarına sürmektedirler. O halde, görülüyor ki bu yurt taassubu da savaşların yaratıcısı olan bir kuruntudur. Yeryüzü tek bir kıtadır. Gerçek gözle bakıldığında yeryüzünün bizlerin ebedi mezarlığı olduğunu anlarız, insanoğlu onun üzerinde birkaç günü yaşadıktan sonra kendisine ebedi mezar olmaktadır. Onun üzerinde birkaç gün yürüsek de sonsuza dek toprağın altında yatacağız. İnsanoğlunun mezarlığa tapması yaraşır mı? Mezar için savaşıp kavga etmesi doğru mudur? Bu topraklar bizlerin mezarıdır, neden onun için birbirimizin kanına girip çatışmalar yapalım? Bu ne büyük bilgisizliktir? İnsanoğlu ne kadar cahildir! Gerçeği araştırmamaktadır.

Gerçek gözle bakıldığında yeryüzünün bizlerin ebedi mezarlığı olduğunu anlarız, insanoğlu onun üzerinde birkaç günü yaşadıktan sonra kendisine ebedi mezar olmaktadır. Onun üzerinde birkaç gün yürüsek de sonsuza dek toprağın altında yatacağız.

Hz. Bahaullah’ın ilk öğretisi insan toplumunun birliğidir. Zira bütün insanlar Tanrı’nın Rahmet Denizine dalmışlardır. Tanrı, herkese şefkatlidir, herkesi sevmekte, herkesi bağışından faydalandırmaktadır. Tanrı, herkese rızk verici olduğundan herkesi sevdiği açıkça bellidir. Mademki herkese sevgi göstermektedir, biz neden birbirlerimize sevgi göstermeyelim? Gerçek şudur ki O’nun Siyaseti bizimkinden üstündür. O halde, Tanrısal Siyaseti uygulayalım. Nasıl ki O bütün insanları sevmektedir biz de herkesi sevelim. O, herkese nasıl muamele ediyorsa biz de öyle yapalım. Kavga ve çatışmaları bırakalım. Bu çağ aydınlık bir çağdır. Bu çağ ruhaniyet ve ilerlemeler çağıdır. Cehaletin yarattığı bu taassuplar bizlere yaraşmaz.

TM – Baris

BARIŞ

Barış

B

Savaş ancak insan hırsını tatmin etmek için yapılır

Dünyada hâlâ hüküm süren insani vahşete şaşıyorum! İnsanın sabahtan akşama kadar savaşması, birbirini öldürmesi, hemcinslerinin kanını dökmesi nasıl mümkün olabilir? Ve ne amaçla? Bir toprak parçasına hâkim olmak uğruna! Hayvanların bile dövüşürken saldırmak için geçerli ve daha mantıklı bir sebebi vardır! Daha üst bir âlemden olan insanların, bir toprak parçasının hâkimiyeti için hemcinslerini katledecek ve onları sefalete sürükleyecek kadar alçalması ne kadar da korkunç!

Yaratılanların en yücesi, maddenin en aşağı biçimi için, toprak için savaşıyor! Toprak sadece bir halkın değil, tüm halklarındır. Bu dünya insanın evi değil, mezarıdır. Bu insanlar mezarları için savaşıyorlar. Bu dünyada mezardan, insanların çürüyen bedenlerinin meskeninden daha ürkütücü bir şey yoktur.

Toprak sadece bir halkın değil, tüm halklarındır.

Muzaffer bir komutan ne kadar büyük, köleleştirdiği ülkeler ne kadar çok olursa olsun harabeye dönmüş bu toprakların çok küçük bir parçası yani kendi mezarı dışında hiçbirini elinde tutamaz. Eğer insanların şartlarını iyileştirmek ve medeniyetin yayılması (acımasız geleneklerin adil yasalarla değiştirilmesi) için daha fazla toprak gerekiyorsa gereken sınır genişlemesi barışçıl yollarla tabii ki olabilir. Ancak, savaş insan hırsını tatmin etmek için yapılır; bir avuç insanın dünyevi çıkarı uğruna sayısız evin ocağına ateş düşer, binlerce kadın ve erkeğin yüreği dağlanır!

Kaç dul, kocası için yas tutuyor; kaç acımasız zulüm hikâyesi duyuyoruz! Kaç küçük yetim bırakılmış çocuk, ölmüş babası için ağlıyor ve kaç anne, katledilmiş oğulları için gözyaşı döküyor! İnsani vahşetin patlak vermesi kadar yürekler acısı ve korkunç bir şey yoktur!

Sanmayın ki dünya barışı ulaşılması imkânsız bir idealdir!
Her birinizden tüm kalbi düşüncelerinizi sevgi ve birlik üzerine yoğunlaştırmanızı istiyorum. Savaşmak düşüncesi geldiği zaman daha güçlü bir barış düşüncesi ile buna karşı çıkın. Nefret düşüncesi, çok daha kuvvetli bir sevgi düşüncesiyle yok edilmelidir. Savaş fikri tüm ahengi, mutluluğu, sükûneti ve huzuru yerle bir eder. Sevgi dolu düşünceler; kardeşliğin, barışın, dostluğun ve mutluluğun mimarıdır. Dünyanın askerleri, öldürmek için kılıçlarını çektiklerinde Tanrı’nın askerleri birbirlerine kenetlensin! Böylece insanların tüm vahşiliği, kalpteki saflık ve ruhun samimiyeti kanalıyla işleyen Allah’ın Merhameti ile yok olsun. Sanmayın ki dünya barışı ulaşılması imkânsız bir idealdir!

Eğer ırkçılıkla bu isteğimiz gerçekleşir, dersek, ırklar değişiktir. Eğer ülke gücüyle amacımıza ulaşabiliriz, dersek, ülkeler değişiktir. İnsanlık âleminin birliğini ve genel barışı siyaset gücüyle kurabileceğimizi düşünürsek, baştakilerin siyasetleri değişik, milletlerin ve devletlerin çıkarları çeşitli olduğundan, bu da olanaksızdır, insanlık âlemi birliğinin dinlerin taklit gücüyle kurulabileceğini düşünürsek bu taklitlerin de değişik olduğunu da görürüz. Açıkça görülüyor ki bütün bunlar değişik ve sınırlıdır. Bu yüce devirde kendini gösteren manevî güç, ruhani kuvvet, Tanrısal Fetihler ve Ruhulkuds’ün esintilerinden başka bir şey bunu gerçekleştiremez. Bunların dışında olan başka hiçbir şeyle bu olası değildir. Bunlar olmazsa bu gaye yalnızca düşüncede kalır ve gerçekleşemez.

Sevgi gücü, savaş gücüne üstün gelmelidir

Sevgi gücü üstün gelirse, bunun etkisi savaş gücünden daha fazla olacaktır. Varlık dünyasında hiçbir güç, sevgi gücü kadar etkili değildir. Dünyadaki insanlar, savaş gücüyle istemeyerek sessiz ve sakin olurlar. Oysa sevgi gücüyle bu işi istekle yaparlar. Bütün milletler şimdi devamlı olarak savaş güçlerini artırmaya çalışıyorlar. Görünürde savaş olmadığı halde, gerçekte sürekli bir mali savaş vardır. Çünkü zavallı ve yoksul bir grup el emeği ve alın teriyle birkaç kuruş biriktiriyorlar, sonra da bunun tümü savaş uğruna harcanıyor. Onun için bu savaş süreklidir. Bakınız, savaş aletleri yapmadaki bu arzu ve ihtiras; savaş biliminde harcanan bu emekler, bu çalışmalar, bu çabalar, bu gayret ve düşünceler, insanlar arasındaki sevgi, milletlerin ve devletlerin bağlılığı ve kavimlerin arkadaşlığı için yapılsa daha iyi olmaz mı? Kılıç çekip birbirinin kanına girmektense, birbirinin rahatı, ilerlemesi ve refahı için çalışsalar daha iyi olmaz mı?

Savaş aletleri yapmadaki bu arzu ve ihtiras; savaş biliminde harcanan bu emekler, bu çalışmalar, bu çabalar, bu gayret ve düşünceler, insanlar arasındaki sevgi, milletlerin ve devletlerin bağlılığı ve kavimlerin arkadaşlığı için yapılsa daha iyi olmaz mı?

Bu kan dökücülüğün yararı nedir? Bu zulmün sonucu nedir? Bu düşmanlığın ve saldırının yararı nedir? Dünya kuruluşundan beri tarihin kanıtladığı savaşların getirdikleri nedir? Ne kazanıldı? Ne sonuç alındı? Bunun aksine, sevgi gücünün yarattığı güzel sonuçlara bakınız: Nice manevi fetihler yapıldı. Nice ruhani sonuçlar elde edildi, O halde, dünya düşünürlerin düşünceleri sevgi gücünün yayılması yolunda kullanılırsa dostluk ve uzlaşmaya, sonsuz yüceliğe ve insanlık âleminin huzuruna sebep olur. Uğrunda bu kadar bağırıp çağırdığınız vatan, yeryüzündedir, insan vatanıdır. Kim nereye yerleşirse, onun yerleştiği yer vatanıdır.

Tanrı dünyayı bölmemiştir. Tek bir dünyadır. Koyduğumuz bu sınırlar hayalidir, gerçek değildir.
Tanrı dünyayı bölmemiştir. Tek bir dünyadır. Koyduğumuz bu sınırlar hayalidir, gerçek değildir. Bu, şu odada hayali çizgiler çizip yarısını Almanya, yarısını İngiltere ve Fransa dememize benzer. Hayali sınırlar gerçekte hiç yoktur. Bu hayali bölmeler ve sınırlar dünyadakine benzer. Bir meydanın sakinleri, hayali çizgilerle birbirlerinden ayrılmış olmalarına ve kendi hududunu aşmak isteyene diğerlerinin saldırıp hücum etmelerine benzer. Oysa bu sınırların gerçek varlığı yoktur. Bundan başka, sizin vatan, vatan, diye söylediğinizin ne olduğu da meydandadır. Eğer toprağı kastediyorsanız, insanoğlunun kısa bir süre onun üstünde yaşadığı ve sonsuzluğa dek altında kalmaya mahkûm olduğu açıktır. Bu yer onun devamlı mezarıdır. Bir mezarlık için insanın kardeş kanını döküp savaşması ve Tanrısal Temeli yıkması hiç yaraşır mı? Çünkü insan Tanrısal Temeldir. Acaba bu yakışır mı?

İnsanların birbirlerini parçalaması ne kadar insafsızca bir şeydir. Buna da neden senin Alman, benim Fransız, onun ise İngiliz olmasıdır. Oysa herkes insandır. Herkes bir Tanrı’nın gölgesi altında yaşamakta, Tanrı’nın feyzi, bağışı ve inayeti herkesi kapsamaktadır. Herkes Tanrı’nın koyunudur ve bu gerçek çoban tümü için sevgi beslemektedir.

Başka bir konu ise şudur: Bu heyecan, doğanın yarattığı bir heyecandır. Bu zavallılar, hayvanlar gibi doğanın tutsağıdırlar. Ona mağlup ve esir düşmüşlerdir. Hayvan, doğa kuralları gereğince birbirine saldırıp ve birbirini öldürmeye çalışır. Bu, doğanın kuralları ve gereğine uygundur. Doğa âleminde yırtıcılık, zulüm ve yaşam kavgası vardır. Bunlar doğanın gereğidir. Doğanın bu kurallarına bütün hayvanlar nasıl tutsaksa, insan da aynı şekilde alçak, tutsak ve yenilmiştir. Örneğin, insanı kızgınlık satar, yırtıcılık duygusu ona üstün gelir. Şehvet arzularının tutsağı olur. Bunlar nedir? Bunlar, doğanın gerekleridir. Ancak gerçekten Tanrı’ya inanan, O’nun sözlerine iman eden, O’nun Melekût’una bağlanan ve O’na gerçekten yönelen kişiler doğanın pençesinden kurtulmuş olurlar. Doğanın esiri iken, onun efendisi olurlar. Doğaya yenilmiş iken, onu yenip galip gelirler. Doğa, insanı heves ve arzulara çağırır. Tanrı Sevgisi ise insanı yüceliğe ve kutsallığa çıkarır.

Ancak gerçekten Tanrı’ya inanan, O’nun sözlerine iman eden, O’nun Melekût’una bağlanan ve O’na gerçekten yönelen kişiler doğanın pençesinden kurtulmuş olurlar.

Müthiş bir kargaşalık olmuştur. Dünya birbirine girmiştir. Herkes birbirini yok etme çabasında. Savaş, insan neslini kökünden yok etmekte ve dünyayı mahvetmektedir. Asla bir sonucu yoktur. Yenen ve yenilen her ikisi zarar görecektir, iki geminin birbirine çarpmasına benzer. Biri diğerini batırsa da batmayan da zarar görecek ve bozulacaktır. Sonunda, bir devlet diğerine geçici bir üstünlük sağlayacaktır. Bu üstünlük geçicidir.

Yenen ve yenilen her ikisi zarar görecektir, iki geminin birbirine çarpmasına benzer. Biri diğerini batırsa da batmayan da zarar görecek ve bozulacaktır.
Kuruntuların kalplere ne kadar etkili olduğu ve gerçeğin etkisiz kaldığı ne şaşırtıcıdır! Örneğin, ırk ayırımı bir kuruntudur, ne büyük bir etkisi vardır. Hepsi insan olmasına rağmen bir kısmına İslav, bir kısmına Alman, bir kısmına İngiliz, diğer kısmına ise Fransız denmiştir. Bu ırk ayrımı kuruntu olmasına rağmen ne derece etken olduğu görünmektedir. Gerçek ise, hepsinin insan olmasıdır, hepsinin aynı soydan gelmiş olmasıdır. Fakat bu gerçeğin etkisi yoktur. Bu ırk ayrılığı kuruntu ve mecaz olduğu halde etkilidir. Bu kadar savaşlar yapılmıştır, kanlar dökülmüştür, aileler dağılmıştır ve şehirler yıkılmıştır; bunlara rağmen hâlâ savaşa doymamışlardır. Hâlâ, kalpler ve gönüller yumuşamamıştır. İnsanoğlu, gereken dersi almamıştır, daha uyanmamışlardır. Düşmanlık ve nefretin, insanlık kökünü sildiğini; sevgi ve kardeşliğin ise, rahat ve huzura neden olduğunu hâlâ anlamamışlardır. Bugün insanlar ne kadar ıstırap içersindedirler. Nice babalar bu gece sızlayıp inlemekte ve huzursuz olmakta, nice anneler ağlamaktadırlar. Anlatılmayacak derecede perişandırlar. Bu işe bunları kim zorladı? Savaşın yaratıcıları, kendi evlerinde son derece rahat içinde yaşarlarken, bu zavallı fakirler birbirini savaş meydanlarında parçalasınlar diye, bunları birbirlerine düşman ederler. Bu ne büyük bir insafsızlıktır! Kendi saçlarının bir teline bile zarar gelmesine razı görünmezken, neden binlerce insanı savaş meydanlarında ölüme sürüklüyorlar? Buna ne gerek var?

Bakınız, yırtıcılık insanda olmasına rağmen bu suçu hayvana yüklemektedir. Hayvan yalnız kendi cinsinin dışında ve gıdasını sağlamak zorunluluğundan ötürü avını parçalar. Örneğin, kurt, yırtıcılığıyla tanınır. Zavallı kurt, yalnız bir koyunu parçalar, bu yemeği içindir. Çünkü bunu da yapmazsa, etobur olduğundan açlıktan ölür. Bir insan ise savaşta milyonlarca insanın parçalanmasına sebep olur, yine de hayvanı yırtıcılıkla suçlar. Ey insanoğlu! Sen bir milyon insanın ölmesine sebep olmuşsun, hâlâ, kendine galip, cesur, fatih ve yiğit diyorsun! Bu katliamla da övünüyorsun! Kurt ve ayıya yırtıcı demen çok şaşırtıcı!”

İnsanlık âlemi rahat değildir

Bugün dünyanın en büyük felâketi savaştır. İnsanlık âlemi rahat değildir. Sürekli bir savaş vardır. Çünkü bütün devletler sürekli olarak savaş aletlerini çoğaltmaktadırlar. Maddî olanakların hepsini savaş uğruna harcamaktadırlar. Zavallı çiftçi geceyi gündüzüne katarak alın teriyle birkaç darıyı elde etmek ve harmanını yapıp hasatını kaldırmak için çalışmaktadır. Ne yazık ki, bu hasat geliri savaş aletlerine harcanmaktadır. Bu gelirler topa, tüfeğe, cephaneye ve savaş gemilerine harcanmaktadır. Bu sürekli bir mali savaştır. Nice insanların savaş meydanlarında öldürülüp cesetlerinin çiğnendiğine bakınız. Her ne kadar insanları öldüren savaş kısa süreli ve özel ise de malî savaş sürekli ve geneldir. Onun zararları bütün insanlık âlemini etkilemektedir.

Barışı sadece istemek yeterli değildir

Büyük barış oldukça yüce bir iştir. Bütün dünya güçleri bu işin gerçekleşmesine karşıdır. Bu milletler, savaşın sevince neden olacağını sanıyorlar. Ayrılığın yücelik getireceği kanısındadırlar. Bir ulus diğerine saldırıp fetihler yaparak bir ülkeyi veya herhangi bir devleti yenerse bu işin ulusun ve devletin ilerlemesine neden olduğunu sanıyorlar. Oysa bu tamamen yanlıştır. Milletleri ailenin bireylerine benzetebiliriz. Aileyi bireyler meydana getirir. Her millet de birçok bireyden meydana gelmiştir. Bütün milletleri bir araya toplarsak büyük bir aileyi yaratmış oluruz. Aile bireyleri arasındaki savaş ve kavganın o aileyi dağıtmaya neden olacağı açıktır. Bu şekilde de uluslar arasındaki savaş da büyük bir kayıp doğurur.

Kısacası, bütün Tanrısal Kitaplar, bütün Tanrısal Elçiler ve bütün bilginler savaşın yıkıcılığa neden olduğu ve barışın ise bayındırlık getirdiği kanısındadırlar. Hepsi, savaşın insan neslini tüketeceği fikrindedirler. Barışın uygulanması, savaşın yasaklanması ve insanlık âleminin birliğinin ilan etmesi için büyük bir güç gereklidir.

Aile bireyleri arasındaki savaş ve kavganın o aileyi dağıtmaya neden olacağı açıktır. Bu şekilde de uluslar arasındaki savaş da büyük bir kayıp doğurur.

Sadece bir şeyi bilmek yeterli değildir. Zenginliğin iyi olduğunu bilen bir insan, bu bilgisiyle zengin olamaz. Bilginin yararını bilen biri, bilgin olamaz. İzzetin değerini bilen biri, aziz olamaz. Kısacası, bilmek, bir şeyi elde etmek değildir. Yeniden söylüyorum, bir hasta, sağlığın iyiliğini bilse sağlığa kavuşmaz. Gerçekte tedavi gerekmektedir. İlaç kullanmak gereklidir. Bütün hastalıkların sırrını bilen, tüm tedavi yöntemlerine vakıf ve tedavi yollarını gösterebilen bilgili bir doktora ihtiyaç vardır. Ancak bu şekilde tam anlamıyla bir sağlığa kavuşabilir. Sadece sağlığın iyi olduğunu bilmekle sağlığa kavuşulmaz. Güç ve uygulama gereklidir. Bundan başka her şeyin meydana gelebilmesi için üç koşul gerekmektedir. Bunların birincisi bilmek, ikincisi istemek, üçüncüsü ise uygulamak. Her konunun gerçekleştirilmesinde bu üç ana unsura ihtiyaç vardır. Ev yapımında, önce tasarı sonra istek ve sonra da inşaata başlamak gereklidir, inşaata başlamak için ise maddî güç lâzımdır. Bunlar olursa bu iş için ümitlenebiliriz. O halde, ümitlerimizin gerçekleşebilmesi için büyük bir güce ihtiyacımız vardır. Açıkça görülüyor ki, yukarıda sözünü ettiğimiz amacımıza maddî güçlerle erişemeyiz.

Eğer ırkçılıkla bu isteğimiz gerçekleşir, dersek, ırklar değişiktir. Eğer ülke gücüyle amacımıza ulaşabiliriz, dersek, ülkeler değişiktir. İnsanlık âleminin birliğini ve genel barışı siyaset gücüyle kurabileceğimizi düşünürsek, baştakilerin siyasetleri değişik, milletlerin ve devletlerin çıkarları çeşitli olduğundan, bu da olanaksızdır, insanlık âlemi birliğinin dinlerin taklit gücüyle kurulabileceğini düşünürsek bu taklitlerin de değişik olduğunu da görürüz. Açıkça görülüyor ki bütün bunlar değişik ve sınırlıdır. Bu yüce devirde kendini gösteren manevî güç, ruhani kuvvet, Tanrısal Fetihler ve Ruhulkuds’ün esintilerinden başka bir şey bunu gerçekleştiremez. Bunların dışında olan başka hiçbir şeyle bu olası değildir. Bunlar olmazsa bu gaye yalnızca düşüncede kalır ve gerçekleşemez.

TM – Bilimin Onemi

BİLİMİN ÖNEMİ

Bilimin Önemi

Bilimin Onemi

Bilim Allah’tan insana ilk gelen ışıktır

İnsanlığın erdemleri pek çok olmakla beraber bilim hepsinin arasında en soylusudur. İnsanın hayvanın makamının çok ötesinde sahip olduğu üstünlük bu yüce erdemden dolayıdır. O Allah’ın bir armağanıdır; maddi değildir, ilahidir. Bilim Gerçeklik Güneşi’nin bir ihtişamı, evrenin gerçeklerini araştırma ve keşfetme gücü, insanın Allah’a giden yolu bulduğu vasıtadır. İnsanın bütün güçleri ve vasıfları insani ve kalıtsal kaynaklı olup, doğaüstü olan akıl hariç, doğanın süreçlerinin sonuçlarıdırlar. Aklın ve zekânın sorgulaması vasıtasıyla bilim her şeyin keşfedicisidir. Bugünü ve geçmişi birleştirir, geçmiş milletlerin ve olayların tarihini açığa çıkarır ve bugünkü insana çağlar boyunca olan tüm insani bilgi ve başarıların özünü verir. Akılsal işlemler ve mantıksal çıkarımları vasıtasıyla, insandaki bu üstün güç geleceğin sırlarına nüfuz edebilir ve onun olaylarını önceden tahmin edebilir.

 

İnsanlığın erdemleri pek çok olmakla beraber bilim hepsinin arasında en soylusudur.

Bütün yaratılmış varlıklar maddi mükemmellik potansiyeli gösterirler, fakat akılsal araştırmanın ve bilimsel edinimin gücü sadece insana özel daha yüksek bir erdemdir. Diğer varlıklar ve organizmalar bu potansiyel ve beceriden mahrumdurlar. Allah bu gerçeklik sevgisini insanda yaratmış veya onun içine koymuştur. Bir ulusun gelişmesi ve ilerlemesi o ulusun bilimsel başarılarının ölçüsüne ve derecesine göredir.  Bu vasıta ile onun büyüklüğü sürekli olarak artar ve günden güne halkının refah ve mutluluğu güvence altına alınır.

Bir bilim insanı insanlığın gerçek bir göstergesi ve temsilcisidir, çünkü tümevarımsal akıl yürütme ve araştırma metotlarıyla insanlığa ve onun durumuna, koşullarına ve olaylarına dair olan her şeyden haberdardır. Organize insan toplumunu inceler, sosyal problemleri anlar ve uygarlık ağını ve dokusunu örer. Aslında, bilim, var olan şeylerin sınırsız biçim ve görüntülerinin açığa vurulup yansıtıldığı bir aynaya benzetilebilir. Tüm bireysel ve ulusal gelişmenin gerçek temelidir. Bu araştırma ve inceleme temeli olmadan gelişme olanaksızdır. Bu yüzden azimli bir çabayla bu harika bağışın gücü içinde yatan her şeyin bilgisini ve kazanılmasını arayın.

Bilimi bir kanat ve dini de diğer kanat olarak düşünebiliriz. Bir kuş uçmak için iki kanada ihtiyaç duyar; bir tanesi tek başına faydasızdır. Bilimle çelişen veya onunla zıtlaşan bir din, cehaletten ibarettir; zira cehalet bilginin zıttıdır. Yalnızca önyargılı ritüel ve ayinlerden oluşan din, hak değildir. Din ve bilimin birleşmesine vesile olmak için ısrarla gayret edelim.

Bir din, bilimle zıtlaşırsa bütünüyle hurafeye dönüşür; yani bilgiye aykırı olan şey cehalettir.
Hz. Muhammed’in damadı Hz. Ali ‘Bilime uygun olan, dine de uygundur.’ demiştir. İnsan zekâsının anlayamadığı bir şeyi din de kabul etmemelidir. Din ve bilim el ele yürür ve bilime aykırı hiçbir din, hak değildir. Gerçek din ve bilim arasında bir çelişki yoktur. Bir din, bilimle zıtlaşırsa bütünüyle hurafeye dönüşür; yani bilgiye aykırı olan şey cehalettir. Bir insan, bilimin imkânsız olduğunu ispatladığı bir şeyin gerçekliğine nasıl inanabilir? İnsan; eğer akla aykırı bir şeye inanıyorsa bu, imandan ziyade, cahilce batıl inançtır. Tüm dinlerin gerçek prensipleri, bilimsel öğretilerle uyumludur. Allah’ın Birliği mantığa uygundur ve bilimsel çalışmalarla elde edilen sonuçlara aykırı bir fikir değildir.

Tüm dinler, iyi olanı yapmamız; cömert, içten, doğru sözlü, yasalara saygılı ve vefalı olmamız gerektiğini öğretir. Bunların hepsi akla uygun şeylerdir ve insanlığın gelişebileceği tek yol da mantıken budur. Dini yasaların tümü akla uygun olup hitap ettikleri insanlara ve geldikleri zamanın ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir.

Her dinin ruhani ve değişmez olan yasası kapsamındaki tüm ahlaki konular mantıken doğrudur. Eğer din, mantığa aykırı olsaydı din olmaktan çıkar ve sadece bir gelenek haline gelirdi. Din ve bilim, insan zekâsını yükseltebilecek ve insan ruhunu geliştirebilecek iki kanattır. Yalnızca tek bir kanatla uçmak mümkün değildir! Bir insan yalnızca din kanadıyla uçmaya çalışacak olursa hızla hurafe çamuruna saplanacak, öte yandan yalnız bilim kanadıyla da gelişim gösteremeyecek ve bu sefer materyalizmin çaresizlik bataklığına sürüklenecektir.

Tüm dinlerin gerçek prensipleri, bilimsel öğretilerle uyumludur. Allah’ın Birliği mantığa uygundur ve bilimsel çalışmalarla elde edilen sonuçlara aykırı bir fikir değildir.

Bu çekişmenin yarattığı sonuç, birçok aydının din ve bilimin zıt kavramlar olduğuna inanmasıdır.
Şimdi bu şekilsel uygulama ve ritüeller, kiliseden kiliseye ve mezhepten mezhebe değişmekte ve hatta anlaşmazlığı, nefreti ve ihtilafı besleyecek şekilde birbiriyle çelişmektedir. Bu çekişmenin yarattığı sonuç, birçok aydının din ve bilimin zıt kavramlar olduğuna inanmasıdır. Bunlara göre dinde düşünceye yer yoktur ve bilimle hiçbir şekilde uyuşamaz; tam aksine bunların birbirleriyle karşıt olması kaçınılmazdır. Bunun yarattığı talihsiz etki ise şudur: Bilim dinle bağını koparmıştır; din ise, cazip buldukları dogmalar bilime aykırı olsa bile bunların kabul edilmesinde ısrar eden bazı din hocalarının talimatlarının körü körüne ya da aşağı yukarı duygusuz bir şekilde takip edilmesine dönüşmüştür. Bu; akılsızlıktır, çünkü bilimin ışık olduğu son derece aşikârdır ve gerçeklik iddia eden bir din de bilgiye karşı değildir.

İnsanı diğer yaratıklardan ayıran ve farklı bir varlık yapan şeyin ne olduğunu düşünün. Bu; onun muhakeme gücü, onun aklı değil midir? İnsan, din konusunu incelerken bunlardan faydalanmayacak mıdır? Size derim ki sizlere din olarak sunulan her şeyi, akıl ve bilim terazisinde dikkatle tartınız. Eğer bu testi geçerse o zaman kabul ediniz, çünkü gerçektir! Ancak eğer uygun değilse o zaman reddediniz, çünkü cahilce bir şeydir!

Gerçek dinin bilime aykırı olması imkânsızdır

İnandığınız her şeyi bilimle uyumlu hale getiriniz; bir karşıtlık olamaz, zira gerçek tektir. Din; bu hurafelerden, geleneklerden, ahmakça dogmalardan kurtulup bilimle ittifak ettiği zaman dünyada ortaya çıkacak olan birleştirici ve temizleyici büyük bir kuvvet tüm savaşları, anlaşmazlıkları, uyuşmazlıkları ve çekişmeleri silip süpürecek ve o zaman insanlık Allah’ın sevgisinin kuvveti altında birleşecektir.

İnsanlık âleminin en övünülecek şeyi bilimdir, insan, akıl ve bilimle hayvandan üstündür, insan, bilimle evrendeki sırları keşfeder. İnsan, bilimle geçmiş çağların sırlarını anlar. İnsan bilimle gelecek çağların sırlarını bulur, insan, bilimle yerin içindeki saklı sırları keşfeder, insan, bilimle gökyüzünün büyük cisimlerinin hareketlerini bulur. Bilim, insanın ebedî yüceliğine sebeptir. Bilim, insanlık âleminin onuruna sebeptir. Bilim, insanın iyi ün ve şöhretine sebeptir. Bilim, Kutsal Kitapların sırlarını keşfeder. Bilim, gerçeğin sırlarını açığa çıkartır. Bilim, gerçeklik âlemine hizmet eder. Bilim, geçmiş dinleri taklitlerden kurtarır. Bilim, İlâhi Dinlerin gerçeklerini keşfeder. Bilim, insanlık âleminin en övünülecek şeyidir. Bilim, insanı doğa köleliğinden kurtarır. Bilim, doğanın ihtişam ve yasalarını altüst eder. Bütün evren doğanın esiridir. Bu büyük cisimler doğanın esiridir. Bu büyük yer küresi doğanın esiridir. Bitki ve hayvan âlemi doğanın esiridir. Hiçbiri doğa yasalarından dışarı çıkamaz. Bu güneş, bütün büyüklüğüyle zerre kadar doğa yasalarından ayrılamaz. Fakat insan, bilimle doğa yasalarını çiğner. Bilim gücüyle doğa düzenini değiştirir. Oysa toprakta yaşayan bir varlıktır. Havada uçar. Denizde dolaşır. Denizin altından geçer.

Bilim, gerçeğin sırlarını açığa çıkartır. Bilim, gerçeklik âlemine hizmet eder. Bilim, geçmiş dinleri taklitlerden kurtarır.
Kılıcı doğanın elinden alır ve onun ciğerine indirir. Bütün bu işleri bilim gücüyle yapar. Örneğin, görüyoruz ki insan isyan eden bu elektrik gücünü bir lambada mahpus eder. Serbest sesi kaydeder. Havayı dalgalandırarak haberleşmeyi sağlar. Gemiyi çölde yürütür. Araziyi deniz yapar. Dağı parçalar. Doğuyu Batının arkadaşı eder. Güney ve Kuzeyin kucaklaşmasını sağlar. Saklı doğa sırlarını açığa çıkartır. İşte bunlar doğa yasalarının dışındadır. Bütün bu sanayiler ve yeni buluşları bilim gücüyle görünmez alandan görünür alana çıkartır. Bütün bu olaylar doğa yasalarına aykırı düşer. Fakat bilim gücüyle gerçekleştirilir ve meydana gelir. Kısacası, tüm evren doğanın esiridir. Fakat insan özgürdür. Bu özgürlük ise bilim aracılığıyla sağlanır. Bilim, doğa hükümlerinin kurallarını altüst eder, doğa düzenini bozar. Bunu ise bilim gücüyle yapar. O halde, bilimin insanlık âleminin en övünülecek şeyi olduğu belirlendi. Bilim, ebedi yüceliktir. Bilim, sonsuz hayattır.

Kısacası, tüm evren doğanın esiridir. Fakat insan özgürdür. Bu özgürlük ise bilim aracılığıyla sağlanır. Bilim, doğa hükümlerinin kurallarını altüst eder, doğa düzenini bozar. Bunu ise bilim gücüyle yapar.

Bilim, insanoğlunun tümünü birleştirir.
Ünlü bilginlerin yaşamlarına bakınız, bedenlerinin yok olmasına rağmen bilimleri kalıcıdır. Dünya krallarının saltanatı geçicidir. Oysa bir bilginin saltanatı ebedi ve şöhreti daimidir. Bilgin insan, bilim gücüyle dünyada ün yapar ve evrenin sırlarını keşfeder. Bilimle hor görülen kimse yücelir, tanınmayan adam ünlü olur ve milletler arasında yanan bir mum gibi parlar. Çünkü: bilim ışıktır. Bilgin kimse lamba gibi parlayan ve aydındır. Bütün halk ölüdür, bilginler ise diridirler. Halkın tümü tanınmaz, bilginlerse meşhurdurlar. Geçmiş devirlerin ünlü bilginlerine bakınız. Onların yücelik yıldızı ebedi ufuktan parlamış ve ebediyete dek kalacaktır.

Bilim ışıktır. Bilgin kimse lamba gibi parlayan ve aydındır.
Başka ülkelerin de bu ülkeyi kendilerine örnek tutarak kendi çocuklarının eğitimi için çeşitli okulların kurulmasını ve bilimin sancağını yükseltmesini ümit ederim. Böyle olunca, insanlık âlemi aydınlanır. Evrenin sırları ve gerçekleri açığa çıkar. Bu cahilce taassuplar kalmaz. Milletler arasındaki ayrılıklara neden olan ve birer kuruntu olan taklitler ortadan kalkar. Ayrılık, yakınlığa dönüşür. İnsanlık âleminin birlik sancağı yükselir. Genel barışın çadırı, bütün dünya ülkelerini gölgesine alır. Çünkü bilim, insanoğlunun tümünü birleştirir. Bilim, bütün ülkeleri bir ülke haline getirir, bütün vatanları bir vatan gibi yapar. Bilim, bütün dinleri bir din yapar. Çünkü bilim, gerçeği keşfeder ve İlâhi Dinlerin tümü ise gerçektir. Şimdi ise insanoğlu taklitlerin denizine dalmıştır. Bu taklitler tamamen kuruntudur. Bilim, bu taklitleri kökünden yok eder, Gerçeklik Güneşini perdeleyen bu karanlık bulutları dağıtır. Tanrısal Dinlerin gerçeği meydana çıkar ve gerçek bir olduğundan bütün Tanrısal Dinler birleşir. Bir ayrılık ortada kalmaz. Kavga ve savaş temelden yok olur. İnsanlık âleminin birliği ortaya çıkar. İşte bilim, kuruntuyu yok eder ve Melekût’un aydınlığını ortaya çıkartır.

Bilim, bütün dinleri bir din yapar. Çünkü bilim, gerçeği keşfeder ve İlâhi Dinlerin tümü ise gerçektir.

İnsanlık toplumunun en övünülecek şeyi bilimdir. Bilim, dünyanın aydınlığına, huzur ve rahatına ve insanlık toplumunun yücelmesine nedendir. Dikkat ederseniz bilim devletinin, hükümdarların devletinden daha büyük olduğunu görürsünüz. Çünkü kralların saltanatı yıkılır, imparatorlar ve hükümdarlar tahttan indirilir ve saltanatları büsbütün altüst olur. Fakat bilim saltanatı ebedî ve sonsuzdur, yıkılmaz. Bakınız, eski devirdeki filozofların saltanatı nasıl kalmıştır. Roma, Yunan ve Doğu saltanatları o büyüklükleriyle son buldu. Oysa Eflatun'un ve Aristotales'in saltanatları kalımlıdır. Şu anda bütün üniversitelerde ve bilim topluluklarında onlar devamlı olarak anılmaktadırlar. Fakat kralların anıları büsbütün unutulmuştur. O halde, bilimin saltanatı kralların saltanatından daha büyüktür. Çünkü krallar kan dökerek memleketleri alırlar, oysa bilim adamı bilgi ile fetheder. Gönül ülkelerini kendi egemenliği altına alır. Bunun için saltanatı ebedîdir. Bu bilim ve teknik merkezinde hazır bulunduğumdan çok sevinçliyim. Bilim ve teknikte son derece ilerlemeniz ve insanlık âleminin topluluğunda parlayan birer lamba olmanız için Tanrısal Teyit ve başarılar dilerim.

O halde, bilimin saltanatı kralların saltanatından daha büyüktür. Çünkü krallar kan dökerek memleketleri alırlar, oysa bilim adamı bilgi ile fetheder.