Dua, Allah ile sohbettir. Dua bireysel gelişimin yanı sıra toplumsal dönüşümün doğmasına vesile olur, kolektif sevgi bağlarını geliştirir. Dua kavramı ve dua toplantıları hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız.
Kitapları
İlahi Plan Levihleri
Paris Konuşmalarından Seçmeler
Hz. Abdülbaha'nın Yazılarından Seçmeler
İlahi Medeniyetin Sırrı
Sevgiden Birliğe
Bazı Sorulara Cevaplar
Hz. Abdülbaha’nın verdiği yanıtların derlendiği eserdir. Derleme daha sonra Hz. Abdülbaha’nın onayı alınarak yayınlanmıştır. Bu eser, İlahi Zuhur’un önemi ve geçmiş tüm peygamberlerin birliği konularına açıklık kazandırmaktadır.
Kutsal Vasiyetnameler
Özel Yazıları
Birinci Lahey Levhi, Sürekli Bir Barış İçin Merkezi Teşkilatın İcra Kurulu tarafından Hz. Abdülbaha'ya yazılan bir mektuba Kendisinin verdiği cevaptır. 17 Aralık 1919 tarihli belge uluslararası barışa ulaşılabilmesi için gerekli olan derin toplumsal değişimleri incelemektedir. Levihte Hz. Abdülbaha barışın insan bilincinde bir dönüşümü ve her türlü önyargının ortadan kaldırılması, bilim ve dinin uyumu, kadın erkek eşitliği, eğitimin teşvik edilmesi ve tüm önyargı biçimlerinin ortadan kaldırılması da dâhil olmak üzere barışçıl bir dünya için gerekli olan prensipleri bir uçtan bir uca görebilmemize yardımcı olmaktadır.
Savaş sırasında gönderdiğiniz mektuplar elimize ulaşmadı; fakat 11 Şubat 1916 tarihli mektubunuz bize kısa süre önce geldi ve cevabı hemen yazılıyor. Niyetiniz binlerce övgüye layıktır; çünkü insanlık dünyasına hizmet etmektesiniz ve bu hizmet, herkesin mutluluk ve refahına sebeptir. Bu son savaş, dünyaya ve insanlara ispatladı ki savaş yıkımdır, genel barış ise bayındırlıktır; savaş ölümdür, barış ise yaşamdır; savaş yırtıcılık ve kan dökücülüktür, barış ise şefkat ve insanlıktır; savaş madde dünyasının özelliğidir, barış ise Tanrısal dinin temelidir; savaş zifiri karanlıktır, barış ise göksel ışıktır; savaş insanlık temelinin yok edicisidir, barış ise insan âleminin ebedî hayatıdır; savaş parçalayıp yutan bir kurt gibidir, barış ise göksel meleklerin benzeridir; savaş yaşam kavgasıdır, barış ise dünya milletleri arasındaki işbirliği ve yardımlaşmadır ve göksel dünyada Hakk’ın rızasına erişmeye sebeptir.
Bu günde, dünyada genel barıştan daha önemli bir konu bulunmadığına vicdanı tanıklık etmeyen tek bir kimse yoktur. İnsaf sahibi olan her kişi, buna tanıklık etmekte ve o saygıdeğer Kurulu takdir etmektedir; çünkü onun amacı bu karanlığı aydınlığa, bu kan dökücülüğü şefkate, bu azabı nimete, bu zahmeti rahata, bu düşmanlık ve kini dostluk ve sevgiye dönüştürebilmektir. Bu yüzden, o saygıdeğer kişilerin gayretleri takdire ve övülmeye layıktır.
Fakat varlıkların gerçeklerinden doğan temel ilişkileri kavrayabilen bilge kişiler; sadece tek bir meselenin, yalnız başına, insansal gerçeğe gereken şekilde nüfuz edemeyeceğini göz önünde bulundururlar; çünkü insanların düşünceleri birleşmedikçe hiçbir önemli iş başarılamaz. Şimdi genel barış çok önemli bir konudur, fakat vicdan birliği çok gereklidir ki bu işin temeli sağlam, kuruluşu sarsılmaz ve binası güçlü olabilsin.
Onun için Hz. Bahaullah elli yıl önce, Akkâ kalesinde mahpus ve zulüm altında her taraftan sarılmışken bu genel barış meselesini açıkladı. Önemi büyük olan bu genel barış konusu hakkında dünyanın tüm büyük hükümdarlarına yazılar yazdı ve Doğu’da, Kendi dostları arasında barışı tesis etti. Doğu’nun ufku çok karanlıktı, milletler birbirleriyle sonsuz bir düşmanlık ve kin içerisinde ve dinler birbirlerinin kanına susamış idiler; karanlık üstüne karanlıktı. İşte böyle bir zamanda, Hz. Bahaullah, Doğu ufkundan güneş gibi parladı ve bu öğretilerin ışığıyla İran’ı aydınlattı.
O’nun öğretilerinden biri de genel barışın ilan edilmesi idi. Her millet, her din ve her mezhepten olup O’na uyanlar sonsuz bir sevgiyle bir araya toplandılar; o dereceydi ki, çeşitli Doğu milletleri ve dinlerinden olan kişilerin oluşturdukları büyük toplantılar düzenlendi. Bu toplantılara katılan herhangi bir kimse tek bir milleti, tek bir öğretiyi, tek bir ilkeyi ve tek bir düzeni görüyordu; çünkü Hz. Bahaullah’ın öğretileri sadece genel barışın kurulmasıyla sınırlandırılmış değildi. Genel barışı destekleyip yardım eden birçok öğretiyi de içeriyordu.
Bu öğretilerden biri gerçeğin serbestçe araştırılmasıydı ki böylece, insanlık dünyası taklitlerin karanlığından kurtulup gerçeğe erişebilsin, bu eskimiş ve dar gelen binlerce yıllık elbiseyi yırtıp atsın ve sonsuz bir arınmışlık ve kutsallıkla hakikat tezgâhında dokunmuş elbiseyi giysin. Gerçek tek olup çokluk kabul etmediğinden ötürü, çeşitli düşünceler, eninde sonunda, tek bir düşünce haline gelmelidir.
Hz. Bahaullah'ın öğretilerinden biri, insanlık dünyasının birliğidir ve bu öğretiye göre, tüm insanlar ilahi koyunlar, Tanrı ise şefkatli bir Çoban’dır. Bu Çoban, bütün koyunlarına şefkat gösterir; çünkü hepsini O yaratmış ve yetiştirmiştir, herkese rızk vermekte ve herkesi korumaktadır. Kuşkusuz bu Çoban tüm koyunları sever, eğer bu koyunlar arasında cahil olanlar varsa, onlar eğitilmelidir; çocuklar varsa, erginliğe erişebilmeleri için yetiştirilmeli ve hastalar varsa, tedavileri yapılmalıdır. Nefret ve düşmanlıkla değil, şefkatle davranan bir doktor gibi bu cahil ve hasta olanları iyileştirmek gerekir.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri şudur: Din, dostluk ve sevgiye sebep olmalıdır, eğer anlaşmazlık yaratıyorsa gereksizdir. Çünkü din bir ilaç gibidir, eğer hastalığı yaratıyorsa gereksizdir.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri de şudur: Din bilim ve akla uygun olmalıdır, öyle ki insan yüreklerine etki yapabilsin. Onun temeli taklitlerden ibaret değil, sağlam olmalıdır.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden bir diğeri: Dinsel, ırksal, siyasal, iktisadi ve vatansal önyargılar insanlığın yıkıcısıdırlar. Bu önyargılar var oldukça insanlık dünyası rahata kavuşamaz. Tarih, insanlık dünyasının altı bin yıllık süresi hakkında bize bilgi veriyor. Bu altı bin yıllık süre içerisinde insanlık dünyası savaş, çatışma, öldürme ve kan dökücülükten kendisini kurtaramadı. Her bir devirde, ülkelerin birinde veya diğerinde savaş vardı ve bu savaş ya dinsel önyargıdan , ya ırksal önyargıdan, ya siyasal ya da vatansal önyargıdan ileri geliyordu. O halde, bütün önyargıların insanlık temelinin yıkıcıları olduğu ispatlanıp kesinleşti. Bu önyargılar var olduğu müddetçe yaşam kavgası baskın olmayı sürdürecek ve kan dökücülük ve yırtıcılık devam edecektir. O halde, geçmişte de olduğu gibi, insanlık dünyası önyargıları bırakıp Melekûti ahlaka yapışmadıkça kendini doğanın karanlığından kurtaramaz ve aydınlığa kavuşamaz.
Düşününüz, eğer bu önyargı ve düşmanlık din yüzünden doğuyorsa, ki din dostluğa sebep olmalıdır; aksi halde yararsızdır. Eğer bu önyargı, milliyet önyargı ise, tüm insan cinsinin tek bir millet olduğunu göz önüne getiriniz; tümü Âdem ağacından türemişlerdir ve Âdem bu ağacın köküdür. Bu ağaç tek bir ağaçtır ve bu milletler onun dalları, insan bireyleri ise onun yaprakları, tomurcukları ve meyveleri gibidir. O halde çeşitli ülkelerin kurulması için kan dökerek insanlığın temelini yıkmak insanın cehaletinden ve bencil güdülerinden ileri gelmektedir.
Vatansal önyargı da sırf cehaletten ileri gelmektedir; çünkü yeryüzü tek bir vatandır. Her insan, yerkürenin herhangi bir noktasında yaşayabilir. O halde, yerkürenin tümü insanın vatanıdır. Bu sınırlar ve bölünmeleri insanoğlu icat etmiştir. Yaradılışta bu sınırlar ve bölünmeleri tayin edilmemiştir. Avrupa, tek bir kıtadır; Asya, tek bir kıtadır; Afrika, tek bir kıtadır; Amerika, tek bir kıtadır; Avustralya, tek bir kıtadır; fakat bazı şahıslar kendi kişisel amaçları ve bencil çıkarları yüzünden bu kıtaların her birini bölmüşler ve belli bir bölümü kendi vatanları olarak saymışlardır. Tanrı, Fransa ile Almanya arasında bir mesafe yaratmamıştır, onlar birbirine bitişiktir. Evet, ilk çağlarda, kişisel amaçlar güden bazı şahıslar kendi çıkarlarını ilerletmek gayesiyle sınırlar ve bölünmeler tayin ettiler ve bu konu günden güne önem kazanarak sonraki çağlarda en büyük düşmanlığı, kan dökücülüğü ve yırtıcılığı yaratabilecek dereceye kadar vardı. Bu iş, aynı şekilde sürüp gidecektir ve eğer sadece kendi vatanını düşünmek kavramı belirli bir dairenin içinde sınırlı kalırsa, bu konu dünyayı yıkan en büyük sebep olacaktır. Hiçbir akıllı ve insaflı kimse bu kuruntudan ibaret ayrımları onaylamaz. Sınırlı bir bölgeye vatan adını koyup kendi kuruntularımızla ona anayurt diyoruz; oysa yerküre sınırlı bir bölge değil, herkesin anavatanıdır. Kısacası, bu yerküre üzerinde birkaç gün yaşayıp sonunda onda gömüleceğiz, o bizim ebedî mezarımızdır. Bu ebedî mezar için kan dökücülüğe bulaşıp birbirimizi parçalamamız hiç yakışır mı? Haşa, asla! Ne Allah buna razıdır ve ne de akıl sahibi bir insan bu işi uygun bulur.
Dikkatle bakınız! Kutlu hayvanların vatan kavgaları yoktur. Onlar, birbirleriyle sonsuz bir dostluk içindedirler ve birlikte uyum halinde yaşarlar. Örneğin, eğer Doğulu bir güvercin ile Batılı bir güvercin ve Kuzeyli bir güvercin ile Güneyli bir güvercin tesadüfen bir araya gelirse, hemen birbirleriyle arkadaş olurlar. Ayrıca, diğer kutlu hayvanlar ve kuşlar da böyledirler. Fakat yırtıcı hayvanlar birbirlerini görür görmez saldırıp kavga ederek birbirini parçalarlar ve tek bir yerde beraberce ve barış içinde yaşamaları imkânsızdır. Onların tümü, ayrı yaşamayı seven yabaniler ve kavga edip çekişen hayvanlardır.
İktisadi önyargıya gelince; milletler arasındaki ilişkiler daha güçlü olunca, mal alışverişi çoğalınca ve her ülkede iktisadi ilkeler tesis edilip yerleşince, eninde sonunda, başka ülkeler de bundan etkilenecekler ve evrensel menfaatler sağlanmış olacaktır. Artık bu önyargıya ne gerek vardır?
Siyasi önyargı konusuna gelince; Allah’ın siyasetine uymak gerekir ve Allah’ın siyasetinin insanoğlunun siyasetinden daha büyük olduğu kesindir. Biz, İlahi siyasete uymalıyız ve bu aynı şekilde tüm bireyler için geçerlidir. O, tüm bireylere aynı şekilde davranmakta ve onlar arasında bir fark gözetmemektedir ve işte bu, İlahi Dinlerin temelidir.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri, insanlar arasında evrensel olarak yayılacak tek bir dilin icadıdır. Bu öğreti Hz. Bahaullah’ın kaleminden sadır oldu ki böylece bu evrensel dil tüm insanlar arasındaki yanlış anlamaları ortadan kaldırsın.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden bir diğeri, kadın ve erkek eşitliğidir. İnsanlık dünyasının iki kanadı vardır; biri erkek, öbürü ise kadındır. İki kanat eşit olarak gelişmedikçe kuş uçamaz. Eğer kanatların biri zayıf olsa, uçuş imkânsızdır. Erdemlikleri ve olgunlukları kazanma konusunda kadınlar dünyası erkekler dünyasıyla eşitlik elde etmedikçe başarı ve refah gereği gibi sağlanamaz.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri, kişinin kendi malını gönüllü olarak insanlar arasında paylaşmasıdır. Bu gönüllü paylaşım, eşitlikten daha büyüktür; esası ise şudur: İnsan kendini başkalarına tercih etmemeli ve tersine kendi can ve malını başka kişiler için feda etmelidir. Fakat bu, şahsı mecbur kılan zoraki ve sert yasalar koymakla değil, İran’daki Bahailer arasında uygulanmakta olduğu gibi, kişinin kendi rızası ve iç huzuruyla malını ve canını başkalarına feda etmek ve yoksullara gönüllü olarak bağışta bulunmak şeklinde olmalıdır.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri, insanın özgürlüğüdür; yani, insan kendisini manevî güçle doğa dünyasının tutsaklığından kurtarmalıdır. Çünkü insan doğanın tutsağı olduğu sürece yırtıcı bir hayvandır, zira yaşam kavgası doğa dünyasının özelliklerindendir. Bu yaşam kavgası meselesi ise, bütün belaların ve en büyük kederlerin kaynağıdır.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden birisi de şudur: Din, sağlam bir kaledir. Eğer dinin temeli sallanıp sarsılırsa kargaşa ve kaos meydana gelir ve işlerin düzeni büsbütün bozulur; çünkü insanlık dünyasında insanın suç işlemesini engelleyen iki koruyucu vardır. Biri, suçluyu cezaya çarptıran yasalardır; fakat yasalar, gizli olan suçları değil görülebilen suçları önler. Ama manevi bir koruyucu olan İlahi Din, görünen ve görünmeyen her iki suçu da önler, insanı eğitir, ahlakı düzeltir, erdemleri benimsemeye zorlar ve insanlık dünyasının mutluluğunu garanti eden, herkesi kapsayıcı bir güçtür. Fakat dinden gaye, taklide değil araştırmaya dayalı olan ve temellerini insanların taklitlerinin oluşturmadığı İlahi Dinlerdir.
Hz. Bahaullah’ın, öğretilerinden bir diğeri de şudur: Maddi uygarlık, insanlık dünyasının ilerlemesinin araçlarından biri olmasına rağmen, İlahi uygarlıkla birleşmedikçe özlenen sonuç olan insanoğlunun mutluluğuna varılamaz. Bakınız! Bir şehri bir saat içinde harabeye çeviren bu savaş gemileri maddi uygarlığın sonuçlarındandır; bunun gibi de Krupp topları, Mavzer tüfekleri, dinamit, denizaltı gemiler, torpidolar, silahlanmış hava araçları ve bombardıman uçakları–tüm bu savaş aletleri, maddi uygarlığın kötü meyvelerindendir. Eğer maddi uygarlık İlahi uygarlıkla birleşmiş olsaydı, bu ateş saçan silahlar yapılmazdı. Tersine, insansal güçlerin tümü yararlı icatları meydana çıkarmak üzere harcanacak ve övgüye değer keşiflere odaklanacaktı. Maddi uygarlık, lambanın şişesine ve İlahi uygarlık ise, bu lambanın ışığına benzer; ışık olmadan şişe karanlıktır. Maddi uygarlık beden gibidir. Bu beden sonsuz güzellik, incelik ve tazelikte olsa bile yine ölüdür. İlahi uygarlık ise ruha benzer; bu beden bu ruhla diridir, aksi takdirde bir ceset haline gelir. O halde, insanlık dünyasının Ruhu’l-Kuds’ün esintilerine muhtaç olduğu açık hale geldi. Bu ruh olmaksızın insanlık dünyası ölüdür. Bu ışık olmazsa insanlık dünyası tam bir karanlıktadır. Çünkü doğa dünyası hayvan dünyasıdır. İnsan, doğa dünyasından yeniden doğmadıkça; yani, doğa dünyasından kendini kesmedikçe, sırf bir hayvandır ve Tanrısal öğretilerdir ki bu hayvanı insan yapar.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri, eğitim ve öğretimin ilerletilmesidir. Her çocuğa, gerektiği kadar bilimler öğretilmelidir. Eğer anne ve baba bu eğitimin masraflarını karşılayabilirlerse ne âlâ, aksi halde toplum o çocuğun öğretim olanaklarını sağlamalıdır.
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri, adalet ve haktır. Bunlar varlık alanında gerçekleşmedikçe, her şey düzensiz olacak ve noksan kalacaktır. İnsanlık dünyası bir zulüm ve baskı dünyasıdır ve bir saldırganlık ve yanılgılar âlemidir.
Kısacası, bunlara benzeyen birçok öğretiler vardır. Rahmansal bağışların sonucu ve insanlık dünyasının mutluluğunun en büyük temelini oluşturan bu çeşitli öğretiler, bir netice verebilmeleri için genel barış konusuna eklenmeli ve onunla birleşmelidir. Aksi halde, genel barış meselesini tek başına ele alıp insanlık dünyasında gerçekleştirmek çok zordur. Hz. Bahaullah’ın öğretileri, genel barışla birleştirilmiş olduğundan, üzerinde her çeşit ve çok güzel yemeklerin hazır bulunduğu bir sofraya benzer. Her bir kimse, aradığını o sonsuz nimet sofrasında bulur. Eğer mesele sadece genel barışla sınırlı kalırsa, istenilen ve amaçlanan büyük sonuçlara varılamayacaktır. Genel barış sahası o denli geniş olmalıdır ki, tüm dünya toplulukları ve dinleri kendi isteklerini onda bulabilsinler. Hz. Bahaullah’ın öğretileri işte böyledir; tüm dünya toplulukları, ister dinî, ister siyasi, ister ahlaki, ister eski, ister modern, hepsi kendi en büyük arzularını Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde bulurlar.
Örneğin; dinlere mensup olanlar, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde, bugünkü duruma son derece uygun olan ve gerçekten, dermansız her hastalığı hemen tedavi eden, her acıyı iyileştiren ve her öldürücü zehir için en etkili bir panzehir sunan Evrensel Dinin kuruluşunu bulurlar. Çünkü eğer biz şimdiki mevcut dinî taklitler uyarınca insanlık dünyasına bir düzen ve intizam getirip onunla insanlık âleminin mutluluğunu kurmak istiyorsak, bu imkânsızdır ve uygulanması ihtimal dışındadır; örneğin, Tevrat’ın hükümlerini ve aynı şekilde başka dinlere ait yasaları, onların bugünkü mevcut taklitlerince uygulamak mümkün değildir. Fakat insanlık dünyasının erdemlerine ait olan ve beşer âleminin mutluluğunu sağlayan bütün İlahi Dinlerin ana temeli, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde en mükemmel şekliyle mevcuttur.
Bunun gibi de, özgürlüğü arzulayanlar için; insanlık dünyasının mutluluğunu garantileyen ve genel ilişkileri sürdürüp koruyan ölçülü bir özgürlük, son derece güçlü ve geniş olarak, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde mevcuttur.
Aynı şekilde, siyasi partiler için; en büyük bir siyaset sayılan insanlık dünyasını yönetme siyaseti, hatta gerçekte İlahi bir siyaset Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde mevcuttur.
Bunun gibi de, iktisadi sorunlara bir çözüm arayan “eşitlik” savunan kesime gelince; bugüne dek herhangi bir grup tarafından iktisadi sorunlara bir çözüm olarak teklif edilenlerin uygulanamaz olduğu ispatlanmıştır; fakat iktisadi sorunlar konusunda Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde mevcut olan çözüm yolları bundan ayrı olup uygulanabilmekte ve toplumun ıstırabına sebep olmamaktadır.
Diğer konulardaki taraflar da bu durumdadır. Keskin bir gözle bu konuya derinliğine baktığınız zaman, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinde bu hizip ve tarafların arzuladıklarının da var olduğunu göreceksiniz. Bu öğretiler, insanlar arasında herkesi kapsayan bir gücü meydana getirir ve uygulanabilirdir. Fakat eskiden kalma bazı öğretiler, örneğin Tevrat’ın hükümleri, bugün kesinlikle uygulanamaz. Başka dinler, değişik mezheplerin inançları ve çeşitli partiler konusunda da bu böyledir.
Örneğin, genel barış konusunda, Hz. Bahaullah, En Büyük Mahkeme’nin kurulmasının gerekli olduğunu açıklar; Milletler Cemiyeti kurulduğu halde, yine genel barışı kurmanın üstesinden gelemez. Fakat Hz. Bahaullah’ın tarif ettiği En Büyük Mahkeme en üstün bir kudret ve güçle bu kutsal görevi yerine getirecektir. Ve O’nun açıkladığı plan şöyledir: Her ülkenin ve devletin millet meclisleri, yani parlamentolar, kendi milletinin seçkinleri arasından, uluslararası hukukun tüm yasalarını ve devletler arasındaki ilişkileri iyice bilen ve aynı zamanda insanlık dünyasının bugünkü gerekli ihtiyaçlarına vakıf olan, iki veya üç bilgili kişiyi seçmelidirler. Bu delegelerin sayısı o ülkenin nüfus oranına göre olmalıdır. Millet Meclisi, yani parlamento tarafından seçilen bu kişileri senato, kongre, bakanlar kurulu, cumhurbaşkanı veya imparator da ayriyeten onaylamalıdırlar ki böylece, bu delegeler tüm milletin ve devletin seçilmiş kişileri olabilsinler. En Büyük Mahkeme bu kişilerden oluşacaktır ve insanlık dünyasının tümü onda ortak olacaktır; çünkü bu delegelerin her biri kendi milletinin tümünü temsil eder. Bu En Büyük Mahkeme, milletler arasındaki sorunların biri konusunda ister oy birliği veya ister oy çokluğuyla, bir karara vardığı zaman, ne davacının bir bahanesi kalacak ve ne de davalının bir itirazı olabilecektir. Eğer devletlerden veya milletlerden biri, En Büyük Mahkeme’nin reddedilmez kararını yürürlüğe koymakta ağırdan alma veya ihmal gösterirse, insanlık dünyası ona karşı ayağa kalkmalıdır; çünkü tüm dünya milletleri ve devletleri bu En Büyük Mahkeme’nin destekleyicileridirler. Dikkatle bakınız, bu nasıl sağlam bir temeldir! Fakat sayılı ve sınırlı bir Cemiyetle, amaç gereği gibi sağlanamayacaktır. Bu açıklanmış olan konular durumun gerçeğidir.[ii]
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin ne kadar kudretli olduklarına bakınız. Akka hapishanesinde ve iki acımasız kralın kısıtlamaları ve tehditleri altında olduğu bir sırada O’nun öğretileri, bu gerçeğe rağmen, İran’da ve diğer ülkelerde tam güçle yayıldı. Herhangi bir öğreti, prensip ya da toplum, güçlü ve acımasız bir hükümdarın tehdidi altına girecek olsa, kısa bir zaman zarfında yok edilirdi. İran’daki ve çoğu ülkelerdeki Bahailer şu anda ve elli yıldan bu yana şiddetli yasaklar ve kılıç ve mızrak tehdidi altındadırlar. Binlerce ruh feda meydanında hayatlarını verdi ve baskı ve zulüm kılıçlarının kurbanı oldu. Binlerce saygıdeğer aile yerinden sürüldü ve yok edildi. Binlerce çocuk babasız bırakıldı. Binlerce baba çocuklarından mahrum edildi. Binlerce anne boynu vurulan çocukları için ağlayıp inledi. Bütün bu baskı, zulüm, vahşilik ve kana susamışlık Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin yayılmasını durduramadı ya da önleyemedi. Günden güne yayıldılar ve güçleri ve azametleri daha da aşikâr hale geldi.
İranlıların içinden bazı akılsızlar Hz. Bahaullah’ın Levihlerinin içeriklerine ya da Abdülbaha’nın mektuplarında yapılan izahatlara kendisininmiş gibi imza atıp bunu saygıdeğer Meclise gönderebilirler. Bu gerçeğin bilincinde olmalısınız; zira şöhret peşinde koşan ya da başka bir niyet taşıyan herhangi bir İranlı, savaştan önce Londra’daki Evrensel Irklar Kongresinde yapılmış olduğu gibi, Hz. Bahaullah’ın Levihlerinin bütün içeriklerini alıp bunları kendi adına ya da toplumu adına yayınlayacaktır. Bir İranlı Hz. Bahaullah’ın Risalelerinin özetini alarak bu Kongreye girdi ve bunları kendi ismiyle vererek yayınladı, oysaki sözler ve üslup tamamen Hz. Bahaullah’a aitti. Bunun gibi şahıslar Avrupa’ya giderek oradaki insanların kafalarını karıştırdılar ve bazı Doğu bilimcilerinin düşüncelerini bulandırdılar. Bu gerçeği aklınızda tutmalısınız, zira Hz. Bahaullah’tan önce bu öğretilerin tek bir kelimesi bile İran’da duyulmamıştı. Bu konuyu araştırınız ki sizin için apaçık ve belli olsun. Bazı kişiler papağan gibidir. Duydukları notayı öğrenir ve onu tekrarlayıp söylerler, ama kendileri ne söylediklerinin farkında değillerdir. Şu anda İran’da Hz. Bab’ın takipçileri olduklarını iddia eden ama O’ndan tamamen bihaber olan, Babiler isminde az sayıda kişiden oluşan bir topluluk var. Hz. Bahaullah’ın öğretilerine tamamen zıt bazı gizli öğretileri var ve İran’da insanlar bunu biliyorlar. Ancak bu kişiler Avrupa’ya geldiklerinde kendi öğretilerini gizleyerek Hz. Bahaullah’ın öğretilerini dile getiriyorlar, çünkü Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin kudretli olduklarını biliyorlar ve bu nedenle de O’nun bu öğretilerini kendi isimleri altında açıkça ilan ediyorlar. Kendi gizli öğretileri konusunda ise bunların Beyan Kitabından alındığını söylüyorlar ve Beyan da Hz. Bab’ın kitabıdır. İran’da çevirisi yapılmış olan Beyan Kitabının çevirisini edindiğinizde, Hz. Bahaullah’ın öğretilerinin bu topluluğun öğretilerine tamamen zıt olduğu hakikatini göreceksiniz. Sakın bu gerçeği göz ardı etmeyiniz. Bu konuyu daha detaylı araştırmak isterseniz, İran’dan sorunuz.
Kısacası, dünyanın dört bir yanını gezerseniz, bütün gelişimin birliktelik ve işbirliğinden kaynaklandığı, yıkımın ise düşmanlık ve nefretin bir sonucu olduğu sonucuna varırsınız. Buna rağmen, insanlık dünyası ne bundan ders alıyor ne de gaflet uykusundan uyanıyor. İnsan halen savaş taraftarlarını harekete geçirmek için ayırıma, tartışmalara ve çekişmelere sebep oluyor ve alaylarıyla birlikte kan dökme ve kıyım sahasına koşuyor.
Ayrıca, birleşim ve ayrışım, varlık ve yokluk olgusuna dikkatle bakınız. Varlıkların her biri çok çeşitli ve değişik atomların birleşiminden oluşmuştur ve varlığı da bu atomların birleşiminden türemiştir. Yani, basit öğeler arasında bir birleşim oluşur ki böylece bu birleşimden bir varlık meydana gelir. Her şeyin varlığı bu kurala uyar. Fakat bu birleşimde bir düzensizlik ve bozukluk meydana gelip öğeler birbirlerinden ayrıldıkları zaman, o varlık yok olur. Yani, her şeyin yok oluşu, öğelerin ayrılışı ve çözülüşünden ibarettir. O halde, değişik öğeler arasındaki her tür çekim ve birleşme yaşama; ayrılık ve bölünme ise ölüme sebeptir. Her şeyin içindeki birleşme ve çekim güçleri yararlı sonuçlar ve meyveler meydana getirir, oysa birbirinden uzaklaşıp ayrılması ise karışıklık ve yok oluş yaratır. Kaynaşma ve çekim ile bitki, hayvan ve insan gibi yaşayan varlıklar var olur; oysa bölünme ve birbirinden uzaklaşmayla ayrışım ve yokluk meydana gelir.
Aynı şekilde, insanoğlunun üyeleri arasında anlaşma, çekim ve birleşmeyi sağlayan her araç insanlık dünyasının yaşamına; ayrılık, birbirinden nefret etme ve uzaklaşmaya neden olan her şey ise, insan cinsinin ölümüne sebeptir.
Bir tarladan geçerken; ekinler, bitkiler, güller ve çiçeklerin bolca yetişip bir birlik örneği oluşturduklarını görürseniz, o tarla ve bahçenin mükemmel bir bahçıvanın terbiyesi altında yetiştirildiğine bir kanıttır. Fakat düzensiz ve bakımsız olduğunu görünce, usta bahçıvanın terbiyesinden yoksun kaldığı için yararsız ve yabani otlar çıkardığı sonucuna varırsınız.
O halde, uzlaşma ve birleşmenin, Gerçek Eğitici’nin terbiyesinin delili; ayrılma ve ihtilafın ise, Tanrısal terbiyeden yoksun kalmanın ve yabaniliğin kanıtı olduğu açıktır.
Biri itiraz edip; dünya toplulukları, ırkları, kabileleri, ümmetleri ve milletleri değişik gelenekler, huylar, zevkler, karakter, eğilim ve fikirlere ve birbirlerinden farklı düşünce ve görüşlere sahip bulunduklarına göre, nasıl gerçek bir birlik tecelli edip insanoğlu arasında tam bir beraberlik sağlanabilir diye ileri sürebilir.
Biz cevapta, farklılığın iki çeşit olduğunu söyleriz. Bunlardan biri yokluğun yaratıcısıdır ve buna örnek, birbirleriyle çatışan, savaşan, birbirlerini yok etmeye çalışan, birbirinin ailelerini mahveden, rahat ve huzuru ortadan kaldırıp yırtıcılık ve kan dökücülükle uğraşan milletlerin ve toplulukların arasında mevcut zıtlıktır ve bu ayıplanacak bir şeydir. Öbürü ise, çeşitliliğin belirtileri olan ve en yüce Tanrı vergisini açığa çıkaran farklılıktır ve bu, mükemmelliğin ta kendisidir.
Bir bahçedeki çiçeklere bakınız. Değişik cins, renk ve şekilde olmalarına karşın aynı pınarın sularıyla tazelenir, aynı yelin esintisiyle canlanır ve aynı güneşin ışınlarıyla güçlenirler. Bu çeşitlilik onların alıcılığını artırır ve güzelliklerine güzellik katar. Böylece, birleştirici bir güç olan Allah’ın Kelimesi’nin nüfuz edici etkisi kendini gösterince; bu töreler, gelenekler, ananeler, düşünceler, görüşler ve huyların farklılıkları insanlık dünyasını süsler ve bu ise övgüye değerdir. Bu çeşitlilik ve farklılık, insan vücudunda mevcut organların ve uzuvların yaradılışlarındaki başkalık ve türlülüğe benzer; çünkü her biri vücudun bütünündeki güzellik ve mükemmelliğe katkıda bulunur. Bu değişik organlar ve uzuvlar, insanın egemen olan ruhunun nüfuzu altına girince ve ruhun gücü parçalar ve uzuvlara ve atar ve toplardamarlara hâkim olunca; farklılık, uyumu güçlendirir; çeşitlilik, sevgiyi artırır ve çokluk ise, işbirliğini sağlayan en büyük güç olur.
O bahçenin tüm çiçek ve bitkileri, yaprak ve tomurcukları, meyveleri, dalları ve ağaçları aynı şekil ve renkten olsalardı, göze ne kadar zevksiz gelirdi! Tür, renk ve biçim çeşitliliği bahçeye değer katar, onu süsler ve etkisini artırır. Benzer bağlamda, düşünce, mizaç ve karakterin değişik ayrıntıları tek bir merkezi aracın güç ve etkisi altında toplandığında, insani olgunluğun güzelliği ve görkemi açığa çıkacaktır. Her şeyin gerçeğine hükmeden ve ona üstün olan Tanrı Sözü’nün semavi gücünden başka hiçbir şey insanoğlunun farklı düşün, duyarlılık, sanı ve kanılarını birleştiremez. Gerçekten, her şeyi etkileyen, her kişiyi hareketlendiren ve insanlık dünyasını birbirine bağlayıp düzenleyen güç bu güçtür.
Tanrı’ya övgüler olsun, bugün, Allah’ın Kelimesi’nin aydınlığı tüm dünyaya parlamıştır; her mezhep, topluluk, millet, grup ve kabileden kişiler tek bir Kelimenin ışığı altında sonsuz bir dostluk, birlik ve beraberlik içerisinde bir araya gelmişlerdir.
Bir müddet önce, savaş esnasında, Hz. Bahaullah’ın öğretileriyle ilgili bir mektup yazıldı ve bu risaleye uygun bir şekilde iliştirilebilir.[iii]
Ey dünya halkı! Gerçeklik Güneşi, dünyayı aydınlatmak ve insanlık toplumuna ruhaniyet bağışlamak üzere doğmuştur. Bundan ortaya çıkan sonuçlar ve meyveler övgüye değerdir. Bu feyzden doğan kutsal belirtiler cömertçedir. Bu eksiksiz bir rahmet ve saf bir bağıştır; dünyanın ve tüm halklarının aydınlığıdır; arkadaşlık ve uyumdur, sevgi ve dayanışmadır; bu gerçekten merhamet ve birliktir ve yabancılığın bitişidir; tam bir özgürlük ve vakarla yeryüzünün tüm insanlarıyla birlik içerisinde olmaktır.
Hz. Bahaullah buyuruyor: “Hepiniz bir ağacın meyveleri ve bir dalın yapraklarısınız.” O, bu şekilde varlık dünyasını bir ağaca ve onun halkını yapraklara, çiçeklere ve meyvelere benzetmiştir. Bu yüzden dalın tomurcuklanması, yaprak ve meyvenin gelişmesi gerekir; yaprak ve tomurcuğun gelişimi ile meyvenin tatlı olması ise bu parçalar arasındaki ilişki ve uyuma bağlıdır.
O halde herkes, sonsuz bir güçle birbirini korumalı, başkaları için ebedî yaşam dilemelidir. O halde Tanrısal dostlar varlık dünyasında Tanrı’nın merhameti ve görünen ile görünmeyenin sahibi olan Allah’ın Bağışı olmalıdırlar. Görüşlerini arıtarak insanoğlunu yaratılış ağacının yaprakları, çiçekleri ve meyveleri olarak görmelidirler. Başkalarına daima iyilik, dostluk ve yardım etmek, sevgi ve saygı göstermek düşüncesinde olmalıdırlar. Kimseye düşman gözüyle bakmamalı ve kimseyi kötü niyetli saymamalı; aksine tüm insanları kendi arkadaşları bilmeli, kendilerinden olmayanları bile dost ve yabancıları tanıdık saymalıdırlar; önyargıdan arınmış ve sınırlardan kurtulmuş olmalıdırlar.
Bugün, Tanrı Eşiğinde beğenilen kişi; vefa kadehini sunan, düşmanlarına bağış mücevherini veren, zavallı zalime bile yardım elini uzatan ve azgın düşmanlarına seven bir dost olan kimsedir. İşte budur Cemali Mübarek’in buyrukları. İşte budur En Büyük İsmin öğütleri.
Ey sevgili dostlar! Dünya savaş ve çarpışma halindedir. İnsanoğlu sonsuz düşmanlık ve kavga içindedir. Nefretin karanlığı basmış ve sevginin aydınlığı görünmez olmuştur. Dünyanın tüm milletleri ve toplulukları pençelerini keskinleştirerek birbirleriyle savaşıp çatışmaktadırlar. İnsanoğlunun temeli altüst olmaktadır. Binlerce aile evsiz yurtsuz kalmaktadır. Her yıl binlerce ve binlerce insanın vücutları savaş meydanlarında kana ve toprağa bulanmaktadır. Mutluluk ve yaşam çadırı devrilmektedir. Generaller emir vermekte, kan dökücülükle övünmekte ve kışkırtma yaratmakla iftihar etmektedirler. Biri, “Ben bir milletin başını kılıçla kestim!” der. Öbürü, “Ben bir ülkeyi yerle bir ettim!” diye söyler. Bir başkası, “Ben bir devletin temelini devirdim!” der. İşte budur insanlar arasındaki iftihar ve övünme ölçüsü! Her yerde dostluk ve doğruluk kötülenmekte, uzlaşma ve gerçeğe bağlılık hor görülmektedir.
Cemali Mübarek’in Dini insanlığı barışa, kardeşliğe, sevgiye ve güvenliğe çağırmaktadır; o ki dünyanın doruğunda çadırını kurmuştur ve bütün milletlere çağrısını yöneltmektedir. O halde ey İlahi dostlar; bu kıymetli Dinin değerini biliniz ve O’nun öğretileri gereğince davranınız. Bu doğru ve sağlam yolda yürüyünüz ve onu insanlara gösteriniz. Sesinizi yükseltip Melekût şarkısını söyleyiniz. Sevgili Tanrı’nın öğretileri ve öğütlerini yayınız. Böylece, dünya başka bir dünya olabilsin, karanlık âlem aydınlanabilsin, insanlığın ölü cesetleri yeni bir yaşam bulabilsin ve herkes Tanrısal nefeslerle ebedî hayat dileyebilsin.
Bu fani dünyanın yaşantısı kısa bir sürede sona erecektir. Bu toz toprak dünyasının zenginliği, rahatlığı ve sevinci pek yakında yok olup gidecektir. Halkı Tanrı’ya çağırınız ve insanları kendi davranışlarında Mele-i Âlâ’yı örnek almaya davet ediniz. Öksüzlere şefkatli baba ve zavallılara sığınacak bir yer olunuz. Yoksullara zenginlik hazinesi, hastalara ilaç ve şifa kaynağı, zulüm görenlere yardımcı, yoksunlara destekleyici ve tüm insanlara hizmet etme düşüncesinde olunuz. Karşı çıkma, inkâr, hor görülme, düşmanlık ve haksızlığa aldırmayınız ve önemsemeyiniz; bunların tersine davranınız. Dış görünüşle değil, içtenlikle sevgi gösteriniz. İlahi Dostların her biri, düşüncesini, insanlara Tanrı’nın Bağışı ve Allah’ın Vergisi olmak üzerinde toplamalıdır. Kime rastlasa ona iyilik ve yarar sağlamalı; herkesin karakterini iyileştirmeli ve fikirleri geliştirmelidir. Böylece, yol göstericilik ışığı parlayabilsin, Tanrı Hazretlerinin Bağışları insanlığı kapsayabilsin. Sevgi ışıktır, hangi evde parlarsa parlasın; düşmanlık ise karanlıktır, hangi yerde yuva yaparsa yapsın. Ey İlahi Dostlar! Bu karanlığın büsbütün yok olması ve böylece gizli Sırrın görünebilmesi ve bütün şeylerin gerçeğinin apaçık ortaya çıkabilmesi için bir gayret gösteriniz.
[i] Bu yazı, Sürekli Bir Barış İçin Merkezi Teşkilatın İcra Kurulu tarafından Hz. Abdülbaha’ya yazılan bir mektuba O’nun verdiği cevaptır. Hz. Şevki Efendi tarafından Bahai Dininin 1. Yüzyılı kitabında “etkileri uzaklara ulaşan” olarak nitelendirilen ve 17 Aralık 1919 tarihini taşıyan bu Levih, özel bir delege heyeti eliyle Lahey’de bulunan Kurula gönderilmiştir.
[ii] Önceki paragraflar, Hz. Abdülbaha’nın Yazılarından Seçmeler (Baha Basım Dağıtım San.ve Tic. A.Ş., 1997 İstanbul) kitabında no. 227’de yayımlanmıştır.
[iii] Aşağıda devam eden bu ilave bölüm, Hz. Abdülbaha’nın Yazılarından Seçmeler (Baha Basım Dağıtım San.ve Tic. A.Ş., 1997 İstanbul) kitabında. no. 1’de yayımlanmıştır.
Sürekli Bir Barış İçin Merkezi Teşkilatın İcra Kurulu, Hz. Abdülbaha’ya 1916’da bir mektup göndermiş ancak mektup savaştan dolayı Birinci Dünya Savaşının bitmesiyle 3 yıl gecikmeli olarak Hayfa’da bulunan Hz. Abdülbaha’nın eline geçmiştir. Hz. Abdülbaha derhal cevap yazmış ve Bay Yezdani ve İbn-i Asdak’ı Lahey’e Birinci Levhi elden teslim etmeleri için göndermiştir. Bu iki kişi Lahey’e Mayıs 1920’de ulaştıklarında Teşkilatı fiilen dağılmış halde bulmuşlardır. Yine de Teşkilat Hz. Abdülbaha’nın mesajına cevap vermiş ve bu, Hz. Abdülbaha’yı İkinci Lahey Levhi olarak bilinen belgeyi yazmaya sevk etmiştir.
Sürekli Bir Barış İçin Merkezi Teşkilatın İcra Kurulu’nun saygıdeğer üyelerine
Mektubuma yanıt olarak göndermiş olduğunuz 12 Haziran 1920 tarihli cevabınız büyük bir şükranla alınmıştır. Allah’a şükürler olsun ki, sizinle bizim aramızdaki düşünce ve amaç birliğine tanıklık etmekte ve samimi sevgi işaretleri taşıyan, kalpten duygular ifade etmektedir.
Biz Bahailer saygıdeğer organizasyonunuza büyük sempati duymaktayız ve bundan dolayı da güçlü bir bağ oluşturmak amacıyla iki seçkin birey gönderdik. Zira bu günde evrensel barış gayesi, bütün insan ilişkileri arasında çok büyük bir önem arz etmektedir ve insanlığın yaşamını ve refahını sağlamanın en büyük aracıdır. Bu görkemli gerçeklikten yoksun kalan insanlık, hiçbir surette gerçek huzur ya da gerçek gelişme bulamayacağı gibi, aksine günden güne sefalet ve perişanlığın giderek daha derinliklerine batacaktır.
Bu son korkunç savaş, insanlığın modern savaş araçlarının etkisine karşı koyamayacağını açık bir şekilde ispatlamıştır. Gelecek hiçbir şekilde geçmiş ile mukayese edilemez, çünkü daha önceki silahlar ve silah sistemleri zayıf bir etkiye sahipken, modern silahlar kısa bir zaman zarfında insanlık dünyasının ta köklerini vurup onun dayanma sınırlarını aşabilecek güçtedir.
Bu nedenle, bu çağda evrensel barış, her şeye hayat bahşeden güneş gibidir ve dolayısıyla da bu yüce davanın yolunda çabalamak herkesin sorumluluğudur. Şimdi biz gerçekten bu ortak amacı sizlerle paylaşıyor ve bu uğurda hayatlarımızdan, akrabalarımızdan ve servetimizden feragat ederek bütün gücümüzle bu yönde çabalıyoruz.
Şüphesiz işitmiş olacağınız üzere İran’da binlerce ruh hayatlarını bu yolda feda etmiş ve binlerce yuva harap olmuştur. Buna rağmen, hiçbir suretle vazgeçmedik, şu ana değin uğraş vermeye devam ettik ve her geçen gün çabalarımızı arttırıyoruz; çünkü barışa yönelik arzumuz sırf akıldan doğmamaktadır: Bu, bir dini inanç konusu ve Tanrı Emri’nin ebedi esaslarından biridir. Tüm gücümüzle gayret göstermemizin ve kendi çıkarımızdan, huzurumuzdan ve rahatımızdan vazgeçip kendi işlerimizi yapmaktan feragat etmemizin; kendimizi kudretli barış davasına adamamızın; ve onu İlahi dinlerin bizzat temeli, O’nun Melekûtuna bir hizmet, ebedi hayatın kaynağı ve semavi âleme kabulün en büyük aracı olarak saymamızın nedeni işte budur.
Bugün evrensel barışın yararları insanlar arasında kabul edilmektedir ve aynı şekilde savaşın zararlı etkileri de herkese açık ve aşikârdır. Ancak bu konuda tek başına bilgi yeterli olmaktan uzaktır: Onu bütün dünyada kurmak için bir uygulama gücüne ihtiyaç vardır. Bu nedenle, bu yüce idealin düşünce âleminden gerçeklik âlemine dönüştürülebilmesi için zorlayıcı vicdan gücünün nasıl uyandırılabileceğini düşünmelisiniz. Zira bu yüce çabanın icrasının sıradan insani duygularla mümkün olmayacağı, potansiyelini gerçeğe dönüştürmek için kalpten gelen güçlü duyguları gerektirdiği açık ve bellidir.
Hakikaten dünyadaki herkes şunu bilir ki, doğru bir karakter övgüye değer ve makbuldür ve karakterin yozlaşması ayıplanmıştır ve kabul görmez, adalet ve insaf üstün tutulup kabul görürken, zulüm ve gaddarlık kabul edilemez ve reddedilir. Buna rağmen, az bir kısmı dışında bütün insanlar övgüye değer bir karakterden ve adalet duygusundan yoksundur.
Bundan dolayıdır ki vicdan gücüne ve ruhani duygulara gereksinim vardır; böylelikle ruhlar güzel bir karakter sergilemeye kendilerini mecbur hissedebilsinler. Bizim sağlam inancımız şudur ki, bu muazzam girişimde uygulama gücü Tanrı Sözünün nüfuz edici etkisi ve Ruhu’l-Kuds’ün teyitleridir.
Sizlere en güçlü sevgi ve birlik bağlarıyla bağlıyız. İnsanlığın birliği çadırının dünyanın tam merkezine kurulacağı ve evrensel barış bayrağının bütün diyarlarda dalgalanacağı günün gelmesini canı gönülden ve özlemle bekliyoruz. Bu nedenle, insanlığın birliği kurulmalı ki ardından evrensel barışın binası yükselebilsin.
İnsanlık dünyası için iyi niyetler besleyen organizasyonunuz, Bahailerin nazarında oldukça saygın bir yere sahiptir. Bu nedenle, sevgi ve saygılarımızı kabul ederek evrensel barış gayesinin çabalarınızla Avrupa’da kaydettiği gelişimden bizleri haberdar etmeye devam ediniz. İletişimimizin daim kalacağını umuyoruz.
Hz. Abdülbaha'nın Ziyaretnamesi Kendisi tarafından kaleme alınmıştır ve sevenleri tarafından özellikle Ebedi İstirahatgahında veya istenildiği zaman okunmaktadır. Bahailer için bu dua, başında yer alan vaat itibariyle özel öneme sahiptir: "Her kim bu münâcâtı içten gelen bir yalvarı ve yakarı ile okursa, Ben Kulun yüreğinin sevinçle dolmasına sebep olur ve Benimle yüzyüze görüşmüş gibi olur."
Her kim bu münâcâtı içten gelen bir yalvarı ve yakarı ile okursa, Ben Kulun yüreğinin sevinçle dolmasına sebep olur ve Benimle yüzyüze görüşmüş gibi olur.
O’dur nurluların nurlusu!
İlahi! İlahi! Tevazuyla ve yaşlı gözlerle, ellerimi Sana doğru uzatıyor ve hakikat ehlinin idraklerinden ve Seni ululayanların övgülerinden yüce olan Eşiğini örten toprağa yüz sürüyor, yalvarıyorum ki; Senin birlik kapında huzû ve huşû ile bekleyen bu kuluna merhamet gözlerinle bakasın ve onu sonsuz rahmet denizlerine daldırasın.
Ey Rabbim! Senin ellerin arasında olan bu fakir ve zavallı kulun, bu yalvarıcı kölen, Sana hararetle yakararak, Sana tevekkül ederek, Yüzünün önünde gözyaşları içinde Sana seslenerek yalvarıyor ve şöyle diyor:
Rabbim! Dostlarının hizmetinde beni başarılı kıl. Birliğinin huzurunda kulluk etmek için bana kuvvet ver. Alnımı Senin mukaddes alanında kulluğun ve Senin ulu melekûtuna yakarışın nurlarıyla nurlandır. Beni Uluhiyet kapının eşiğinde gerçek fâniliğe ulaştır ve Senin Tanrılık alanında gerçek yokluğa kavuşabilmem için bana yardım et. Rabbim! Bana fânilik kadehinden içir, bana fânilik elbisesini giydir, beni fânilik denizine batır; beni dostlarının gelip geçtikleri yolda toz toprak eyle ve beni Senin yolunda yürüyen seçkinlerin adımlarıyla şereflenen toprağa feda eyle, ey izzet ve ulviyet Rabbi. Sen gerçekten kerimsin ve yüceler yücesisin.
İşte Senin kulun sabahın erkeninde ve akşam Sana böyle sesleniyor. Rabbim! Onun kalbinin arzusunu gerçekleştir, içini aydınlat, yüreğini ferahlandır ve kandilini yak ki Senin Emrine ve kullarına hizmet edebilsin.
Sen kerimsin, acıyıcısın, en cömertsin; Sen azizsin, şefkatlisin, merhametlisin.
Hz. Bahaullah'ın Vasiyetnamesi, Hz. Abdülbaha'ya ait bir belge olmasa da, O'nun Bahai Dini'ndeki Makamını açıklayan en kritik metinlerden biri olduğu için burada yer verilmiştir. Hz. Bahaullah, 29 Mayıs 1892’de vefat etmeden iki yıl önce, Tanrı Emrinin parçalanmadan varlığını sürdürebilmesi için Kendi Vasiyetnamesini kaleme alarak oğlu Hz. Abdülbaha’yı Kendisi’nden sonra Bahai Toplumunun yönelmesi gereken kişi olarak tayin etmiştir. Bu tarihi belge bizzat Hz. Bahaullah’ın elleriyle yazılıp mühürlenmiş, bir süre kilitli bir kutuda muhafaza edilmiş ve Hz. Bahaullah’ın dünyevi yaşamının son günlerinde Hz. Abdülbaha’ya emanet edilmişti ve ilk kez, vefatından dokuz gün sonra, Hz. Abdülbaha’nın huzurunda, aile üyeleri ve yakın dostlar arasından seçilen dokuz kişinin önünde açılarak okunmuştur.
Bu Mazlum’un bunca sıkıntı ve belalara katlanmasının, Kutsal Ayetler nazil edip kanıtlar göstermesinin tek amacı nefret ve düşmanlık alevini söndürmek olmuştur; öyle ki yeryüzü sakinlerinin gönülleri birlik ışığıyla aydınlansın ve gerçek barış ve huzura erebilsinler. Bu beyanın güneşi ilahi Levhin ufkundan işte böyle parlıyor. Herkes gözünü o güneşe dikmelidir: Ey dünya sakinleri! Size makamınızı yüceltecek şeyler tavsiye ederim. Tanrı korkusuna tutununuz ve doğru olana yapışınız. Gerçek söylüyorum, dil iyi şeyler anmak içindir, onu kötü sözlerle kirletmeyiniz. Tanrı geçmişi affetmiştir. Bundan böyle herkes yaraşanı söylemeli, lanet okumaktan, yerip çekiştirmekten, insanı üzen şeylerden geri durmalıdır. İnsanın makamı büyüktür! Bundan bir süre önce En Yüce Kalem’in hazinesinden şu yüce söz çıkmıştı: Bu Gün, büyük ve kutlu bir gündür. İnsanoğlunda saklı olan her şey bu Gün’de açığa çıkmış ve çıkacaktır. İnsan gerçeğe ve dürüstlüğe yapışır, Emir’de sabit ve sağlam kalırsa makamı yücedir. Rahman’ın katında gerçek insan gök kubbe gibidir. Güneş ve ay onun gözü ve kulağı; yıldızları ise göz kamaştırıcı ahlâkıdır. Böyle bir insanın makamı en yüce makam, eserleri ise varlık âleminin eğiticisidir.
Bu Gün sevgilinin gömleğinin kokusunu alıp temiz bir kalp ile En Yüce Ufuk’a yönelen bir kimse Kızıl Kitap’ta Bahai diye yazılır. İnayetimin kadehini al, aziz ve eşsiz olan zikrimin şerefine iç.
Ey dünya sakinleri! Tanrı’nın dini sevgi ve birlik içindir; onu düşmanlık ve anlaşmazlık sebebi yapmayınız. Görür göz sahibi olanlar ve En Yüce Manzara’yı görenler için, insanları koruyacak ve mutluluk ve refahlarını sağlayacak etkili araçlar En Yüce Kalem’den nazil olmuş durumdadır. Ancak dünyanın cahilleri, benlik ve kötü heveslerinin kölesi oldukları için, Gerçek Hikmetli’nin sonsuz hikmetinden mahrum kalmışlardır; sözleri ve amelleri ise sanı ve kuruntularının ürünüdür.
Ey Allah’ın seçkinleri ve eminleri! Hükümdarlar Hakk’ın kudret mazharları, O’nun izzet ve servetinin doğuş yerleridir. Onlar için dua ediniz. Tanrı kalpleri Kendisine ayırmış ve dünyanın idaresini onlara vermiştir.
Tanrı, çekişme ve mücadeleyi Kitap’ta büyük bir yasak ile yasak etmiştir.
Bu En Büyük Zuhur’da Allah’ın emri budur. Allah bu yasağı kaldırılmak hükmünden korumuş, onu teyidinin parıltısı ile süslemiştir. O gerçekten bilici ve hikmetlidir.
Herkesin adalet ve insaf süsü ile süslenmiş hüküm mazharlarına ve emir kaynaklarına yardımcı olması gerekir. Ne mutlu Baha ehli arasındaki yöneticilere ve âlimlere. Onlar kullarım arasında Benim eminlerim ve halkımın arasında buyruklarımın kaynaklarıdır. Bütün varlığı saran görkemim, rahmetim ve fazlım onların üzerine olsun! Kitab-ı Akdes’te bu konuda, kelimelerinin ufuklarından Tanrı bağışının ışıkları saçılan ve parlayan açıklamalar nazil olmuştur.
Ey Dallarım! Varlık âleminde büyük bir güç, mükemmel bir kudret gizlidir. Gözünüzü ondan zuhura gelen farklılıklara değil, ona ve onun birleştirici etkisine dikiniz.
İlahi Vasiyetçinin vasiyeti şudur: Ağsan, Afnan ve diğer akrabalarımın her biri ve hepsi En Büyük Dal’a yönelsinler. En Kutsal Kitabımızda indirdiğimiz şu ayete bakınız: “Huzurumun okyanusu çekildiği ve Vahyimin Kitabı son bulduğu zaman, yüzünüzü Allah’ın irade buyurduğu, bu Ezeli Kök’ten filizlenen Kimse’ye çevirin.” Bu kutsal ayetten maksat En Büyük Dal’dan (Hz. Abdülbaha) başkası değildir. Yüce irademizin bir bağışı olarak işte size böyle açıkladık. Ben en büyük fazıl ve kerem sahibiyim. Allah, Büyük Dal’ın (Muhammed Ali) makamını En Büyük Dal’ın (Hz. Abdülbaha) makamından sonra takdir buyurmuştur. Emredici hikmetli O’dur. Biz “Büyük” olanı, her şeyi bilen ve her şeyden haberli Olan’ın emrine uyarak “En Büyük”ten sonra seçtik.
Herkesin Ağsan’a sevgi göstermesi gerekir, ama Tanrı onlar için halkın malı üzerinde herhangi bir hak takdir buyurmamıştır.
Ey Ağsan’ım, Afnan’ım ve akrabalarım! Size Tanrı’dan korkmanızı, övgüye değer ameller işlemenizi, doğru ve uygun olanı ve makamlarınızı yüceltecek şeyler yapmanızı tavsiye ederim. Gerçek söylüyorum, Tanrı korkusu Tanrı Emri’nin zaferi için başkumandandır. Bu başkumandana yaraşan askerler ise iyi, temiz, hoşa giden huylar ve amellerdir.
Söyle: Ey kullar! Düzen araçlarını karışıklık nedeni, birlik sebebini anlaşmazlık gerekçesi yapmayınız. Umarız ki, Baha Ehli “Söyle: Her şey Tanrı katındandır” kutlu sözünü göz önünde bulundurur. Bu yüce söz, yüreklerde ve sinelerde gizli kin ve düşmanlık ateşini söndürecek su gibidir. Türlü topluluklar bu söz sayesinde gerçek birlik nuru ile aydınlanırlar. O, doğruyu söyler, doğru yola kılavuzlar. O güçlüdür, yücedir, bağışlayıcıdır.
Herkesin, Tanrı Emri’nin izzeti ve O’nun Sözü’nün yüceltilmesi hatırına, Ağsan’a saygı göstermesi ve değer vermesi gerekir. Bu hüküm Kutsal Kitaplarda tekrar tekrar dile getirilmiştir. Ne mutlu Kadim Buyurucu’nun buyruklarına uymayı başaranlara! Ayrıca, Kutsal Aile’ye, Afnan’a ve akrabalara da saygı gösterilmelidir. Sizlere bütün milletlere hizmet ve dünyanın iyileştirilmesi için gayret tavsiye ederiz.
Dünyanın hayatına ve milletlerin kurtuluşuna sebep olan şeyler Âlemlerin Sevgilisi’nin beyan melekûtundan böyle nazil oldu. En Yüce Kalem’in öğütlerini can kulağıyla dinleyiniz. Onlar sizin için dünyadaki her şeyden daha iyidir. Görkemli ve eşsiz Kitabım buna tanıktır.
Hz. Abdülbaha’nın Vasiyetnamesi, araştırmalara göre vefatından tahminen 16–17 sene önce kaleme alınmaya başlanmıştır. Hz. Abdülbaha, Vasiyetnamesi’nin ilk bölümünde, o yıllarda henüz 7–8 yaşlarında olan en büyük torunu Hz. Şevki Efendi’nin Tanrı Emri’nin Velisi sıfatıyla Kendi halefi olacağını yazmış ve böylece, tıpkı Hz. Bahaullah gibi, Kendisi'nden sonra Bahai toplumunun yöneleceği kişiyi henüz hayattayken belirlemiştir.
“Hz. Abdülbaha’nın gelecek kuşaklara en büyük mirası…” olarak tasvir edilen bu Vasiyetname, “Yeni Dünya Düzeni’nin Beratı…” ve “...Hz. Bahaullah’ın yasa ve ilkelerini koymuş olduğu Dünya Düzeni’nin kurulmasına öncülük edecek olan Bahai İdari Düzeni’nin özelliklerini belirten…” ebedi bir belge olması nedeniyle de eşsizdir. Aslı Arapça ve Farsça olan Vasiyetname toplam 3 bölümden oluşmaktadır ve orijinal metnin tamamı bizzat Hz. Abdülbaha’nın el yazısıyla kaleme alınmıştır.
Aşağıdakiler, Abdülbaha’nın Levihleri ve Vasiyetnamesi’dir.
Övgüler olsun Emrinin Heykelini şüphe oklarına karşı Misakının Zırhıyla koruyana; Tanrı yapısını yıkmaya kalkışan Nakızlar takımının saldırılarını durdurup en hayırlı Yasasını ve Doğru ve Aydın Yolunu ahdinin askerleri ile gözetip esirgeyene; Sağlam Kalesini ve Parlak Dinini, kınayanların kınamasından etkilenmeyen ve herhangi bir ticaret, izzet ve gücün, En Yüce Kalem’in Korunmuş Levih’te apaçık ayetlerle yazıp tesis ettiği Tanrı Ahit ve Misakı’ndan alıkoymadığı kimseler ile muhafaza edene.
Selam ve sena, salât ve baha olsun Mukaddes Rahmani Ağacın iki Rabbani Ağaç’tan türeyen o kutlu ve yemyeşil, körpe, ilk dalına ve her iki coşkun Deniz’in arasından parıldayan o eşsiz ve paha biçilmez güzel inciye; selam ve sena, salât ve baha olsun ulu Kutsallık Ağacının ve Göksel Ağacın, Büyük Ayrılık Günü’nde Tanrı Misakı’na sımsıkı sarılan dallarına ve budaklarına; selam ve sena, salât ve baha olsun Tanrı’nın hoş kokularını yayıp Tanrı kanıtlarını söyleyen, O’nun dinini insanlara ulaştırıp Şeriatını yayan, Tanrı’dan başka her şeyden el çekip dünyada doğruluktan başka bir şeye bağlanmayan, Tanrı sevgisi ateşini O’nun kullarının ruhlarında ve kalplerinde alevlendiren Tanrı Emri’nin Ellerine (direklerine); selam ve sena, salât ve baha olsun inanıp güven içinde Tanrı Misakı’nda sebat gösteren ve benden sonra İlahi Kılavuzluğun Tanyeri’nden parlayan Işık’a tabi olana; dikkatle bakın! O, iki Kutlu Ağaç’tan biten mukaddes ve mübarek daldır. O’nun bütün insanlığın üzerine uzanan gölgesine sığınanlara ne mutlu!
Ey Tanrı’nın sevgilileri! İşlerin en büyüğü Tanrı’nın Gerçek Dini’nin muhafazası, Şeriatı’nın korunması, Emri’nin himayesi ve Sözü’ne hizmet etmektir. Onbinlerce kişi mübarek kanını bu uğurda sel gibi akıtmış, kıymetli canlarını O’na feda etmiş, coşkuyla şahadet meydanına koşmuş, Allah’ın Dini’nin Sancağı’nı yükseltmiş ve dünya Levhinin üzerine Tevhit ayetlerini kanlarıyla yazmışlardır. Hazret-i Âlâ’nın (canım O’na feda) mübarek göğsü bela oklarına hedef olmuş, Cemal-i Ebha’nın (canım O’nun sevgililerine feda) mübarek ayakları Mazenderan’da değnek darbeleriyle kan ve yara içinde kalmıştır. Ayrıca boynuna zincirler vurulmuş ve ayakları bağlanmıştır. Elli sene boyunca, her saat, başına yeni bir çile ve felaket gelmiş ve yeni ıstırap ve dertlerle kuşatılmıştır. Bunlardan birisi, şartların altüst olmasının verdiği acılardan sonra, yersiz yurtsuz ve ortada bırakılması ve hâlâ yeni eziyet ve belalara kurban edilmesiydi. Irak’ta nifak erbabının hilelerine öylesine maruz kaldı ki âlemlerin Güneşi’nin ışığı sanki bir süre için karardı. Ardından önce Büyük Şehre (İstanbul), oradan büyük bir mazlumiyet içinde Sır Diyarı’na (Edirne) sürüldü ve nihayet En Büyük Hapishane’ye (Akka) gönderildi. Dünyanın zulmüne maruz kalan O (canım O’nun sevgililerine feda) dört kez şehirden şehire sürüldü, sonunda da ömür boyu mahkûm edilerek, eşkiyaların, haydutların ve katillerin hapishanesi olan bu zindana atıldı. Bu, Cemal-i Mübarek’in başına gelen çilelerin sadece birisidir ve diğerleri de en az bunun kadar fecidir.
O’nun başına gelen belalardan bir diğeri de Mirza Yahya’nın düşmanlığı, apaçık insafsızlığı, haksızlığı ve isyanıydı. O Mazlum ve Mahkûm onu küçüklüğünden beri inayet kucağında büyütmüş, şefkatini hiçbir zaman esirgememiş, ismini duyurmuş, her felaketten korumuş ve bu ve diğer dünyadakilere sevdirmiş olsa da ve Hazret-i Âlâ’nın (Hz. Bab) sert uyarı ve tavsiyelerine ve “Sakın, sakın, Diri’nin On Dokuz Harfi ve Beyan’da yazanlar sana engel olmasın!” şeklindeki açık ve kesin ihtarına rağmen, Mirza Yahya O’nu inkâr etmiş, iki yüzlü davranmış, O’nu yalanlamış, şüphe tohumları serpmiş, açık ayetlerini görmezden gelmiş ve O’na sırtını dönmüştü. Keşke bunlarla yetinseydi! Hayır, dahası O’nun mübarek kanını dökmeye yeltenmiş, ardından büyük bir yaygara kopararak ortalığı karıştırmış ve Hz. Bahaullah’ı kendisine kin beslemek ve zulmetmekle suçlamıştı. Ya Sır Diyarı’nda (Edirne) çıkardığı fitne ve estirdiği fesat rüzgârları! Nihayet, âlemlerin Güneşi’nin, bu En Büyük Hapishane’ye sürgüne gönderilmesine ve bu Büyük Hapishanenin batısında mazlumiyet içinde batmasına neden olmuştu.
Ey Misak’ta sabit olanlar! Nakzın Merkezi ve arabozucuların Başı Mirza Muhammed Ali, Emrin gölgesinden çıkarak Misak’ı bozdu, Kutsal Kitabı tahrif etti, Allah’ın Dini’ne büyük zarar verdi, inananları bölüp parçaladı, Abdülbaha’ya zarar vermek için büyük bir hınçla her şeyi yaptı ve Kutsal Eşiğin bu kuluna bitmeyen bir düşmanlıkla saldırdı. Bu mazlum kulun göğsünü delik deşik etmek için her oku fırlattı; bana acı verecek açılmadık yara, bu garibin hayatını mahvedecek içirmedik zehir bırakmadı. Ebha’nın en kutsal Cemali’ne ve Hazret-i Âlâ’dan (ruhum O’nun alçakgönüllü hizmetkârlarına kurban olsun) parlayan Işığa yemin ederim ki bu haksızlıklar yüzünden Ebha Melekûtun Otağı’nda oturanlar ağladı, Mele-i Âlâ inlerken En Yüce Cennet’teki Ölümsüz Huriler yas dolu haykırışlarla figan etti ve melekler ah çekerek inledi. Bu insafsızın kötülükleri o dereceye geldi ki Kutsal Ağacın kökünü baltaladı, Tanrı Emri’nin Heykeli’ne şiddetli bir darbe indirdi, Cemal-i Mübarek’in sevgililerinin gözlerinden kanlı yaşlar akıttı, Tek Gerçek Allah’ın düşmanlarını sevindirdi ve cesaretlendirdi. Ahdi inkâr etmesiyle Gerçeğin birçok arayıcısı Allah’ın Dini’nden yüz çevirdi, Yahya’nın ümitsizlik içinde kıvranan yandaşlarına can verdi, kendi itibarını yok etti, İsm-i Âzam’ın düşmanlarını cesaretlendirdi, sağlam ve kesin ayetleri bir kenara itti ve şüphe tohumları saçtı. Kıdem Cemali’nin vaat edilmiş yardımı, layık olmasa da, bu kula her an ve ardı ardına ihsan edilmeseydi, o hiç şüphesiz ki Allah’ın Dini’ni mahvedecek, hayır, kökünü kurutacak ve bu İlahi Yapı’yı yerle bir edecekti. Fakat Allah’a şükürler olsun ki, Ebha Melekûtu’nun muzaffer yardımı yetişti, Mele-i Âlâ askerleri zafer için hemen harekete geçti. Allah’ın Emri dört bir diyara yayıldı, Hakk’ın çağrısı dünyanın dört bucağında yükseldi, her yerdeki kulaklar Tanrı Sözü’nü duydu, O’nun sancağı açıldı, Kutsallık Bayrakları tüm görkemiyle dalgalandı ve Tevhit ayetleri terennüm edildi. Tanrı’nın gerçek Dini artık himaye ve koruma altına alındığı, Şeriatı muhafaza edildiği ve Emri güvende olduğu ve korunduğu için şimdi herkese düşen görev, o kişi hakkında nazil olan açık ve güvenilir kutsal ayete dört elle sarılmaktır. Onun işlediği bu suçtan daha büyüğü asla hayal edilemez. Sözü yüce ve mübarek olan Hz. Bahaullah buyuruyor:
“Ancak cahil dostlarım ona ortağım gözüyle bile baktılar, memlekette fesat çıkardılar ve onlar gerçekten de arabozuculardır.” Bakın, insanlar ne kadar da cahil! O’nun (Hz. Bahaullah) Huzurunda bulunanlar ve Yüzünü görenler, yine de, etrafta aslı astarı olmayan laflar ettiler; ta ki O şu açık sözleri söyleyene kadar: “Emrin gölgesinden bir an için bile çıkarsa, şüphesiz ki bir hiç olacaktır.” Düşünün! Hz. Bahaullah bir anlık sapmayı nasıl vurguluyor; öyle ki, ister sağa olsun ister sola, kıl kadar bile saparsa, açıkça sapmış ve mutlak hiçliği ortaya çıkmış olacaktır. Ve Allah’ın gazabının kendisini şimdi nasıl her taraftan sarıp sarmaladığına ve günden güne nasıl hızla yok oluşa doğru sürüklendiğine tanıklık etmektesiniz. Çok geçmeden, onu ve yardımcılarını, maddeten ve manen, tam bir hüsran içinde göreceksiniz.
Allah’ın Misakı’nı bozmaktan daha büyük bir sapkınlık olur mu! Hangi sapkınlık, Mirza Bediullah tarafından bile açıklandığı ve ilan edildiği gibi, Kutsal Yazı’daki söz ve ayetleri değiştirmek ve tahrif etmekten daha büyük olabilir! Hangi sapkınlık Misak’ın Merkezi’ne iftira atmaktan daha büyüktür! Hangi sapkınlık Allah’ın Misakı’nın Heykeli hakkında yalan ve saçma haberler yaymaktan daha düşmancadır! Bizzat kendisi (Muhammed Ali) Cemal-i Mübarek’in günlerinde böyle bir iddiada bulunmuş ve daha önce belirtildiği gibi Hz. Bahaullah tarafından yalanlanmışken hangi sapkınlık “Bin sene geçmeden önce iddiada bulunan kimse…” mübarek ayetine dayanarak Ahdin Merkezi için ölüm emri vermekten daha acı vericidir ki, el yazısını ve mührünü taşıyan iddiası eldedir. Hangi sapkınlık Tanrı’nın sevdiklerine yalan ithamlarda bulunmaktan daha açıktır! Hangi sapkınlık onların tutuklanmalarına ve hapsedilmelerine neden olmaktan daha şeytancadır! Hangi sapkınlık Kutsal Yazıları ve Risaleleri, belki bu mazlumu idam ederler diye, hükümete vermekten daha acıdır! Hangi sapkınlık Allah’ın Emri’ni mahvetme tehditlerinden, hükümeti şüpheye düşürüp telaşlandırarak bu mazlumun kanını dökmeye sevk edebilecek iftiralarla dolu sahte mektup ve belgeler hazırlamaktan fenadır ki, bu mektup ve belgeler hâlihazırda hükümetin elindedir! Hangi sapkınlık onun kötülüğünden ve isyanından daha iğrençtir! Hangi sapkınlık kurtuluşa kavuşmuş bir topluluğu dağıtmaktan daha utanç vericidir! Hangi sapkınlık şüpheci insanların boş ve zayıf tefsirlerinden daha rezildir! Hangi sapkınlık yabancılarla ve Allah’ın düşmanlarıyla işbirliği yapmaktan daha ayıptır!
Birkaç ay önce, Misak’ı bozan bu kişi, diğerleriyle birlikte, içinde birçok benzer ithamlarla birlikte Abdülbaha’yı, Allah saklasın, Ulu Saltanat Merkezi’nin kötülüğünü isteyen ölümcül düşman olarak gösteren iftira dolu bir evrak hazırladı. Sultanın hükümetinde öyle bir tedirginlik yarattılar ki, Padişah Hazretlerinin hükümet merkezinden, Padişah Hazretlerine yaraşır adalet ve tarafsızlık ilkelerini ihlal eden, hatta soruşturmalarını apaçık bir adaletsizlikle yapan bir Teftiş Heyeti gönderildi. Hakk’ın kötülüğünü isteyenler bu heyeti çepeçevre sararak evrakta yazanları daha da abartınca, Heyet üyeleri iddiaları körü körüne kabul ettiler. Bu kula attıkları iftiralardan birisi, bu şehirde isyan bayrağını kaldırdığı, halkı bu bayrak altında toplanmaya çağırdığı, kendisine yeni bir saltanat kurduğu, Kermil Dağı’nda güçlü bir kale yaptırdığı, çevredeki halkı etrafına toplayarak kendisine bağladığı, İslam Dini’nin parçalanmasına neden olduğu, Hıristiyanlarla işbirliği yaptığı ve Allah korusun, yüce Saltanatın otoritesinde tahribat yaratmayı hedeflediğidir. Tanrı, bizi bu zalimce yalanlardan korusun!
Tanrı’nın açık ve kutsal buyruğuna göre iftira atmamız yasaktır; barış ve dostluk göstermemiz buyrulmuştur; tüm akrabalara ve dünyadaki tüm insanlara karşı dürüst davranmamız, doğru ve uyumlu olmamız istenir. Hükümetlere itaat etmek ve onların iyiliğini istemek, adil bir hükümdara hıyaneti Allah’ın Zatı’na hıyanetle bir tutmak ve hükümetin kötülüğünü istemeyi Tanrı Emri’nin ihlali olarak görmekle yükümlüyüz. Bu nihai ve kesin sözlere rağmen, bu mahpuslar nasıl böyle batıl düşüncelere kapılsınlar ve zindandayken nasıl böyle bir sadakatsizlik göstersinler! Fakat heyhat! Teftiş Heyeti, kardeşimin ve kötü niyetlilerin iftiralarını kabul ve teyit ederek bunları Padişah Hazretlerine sunmuştur. Şimdi şu anda şiddetli bir fırtına, Sultan hazretlerinin (Allah adil olması için onu teyit buyursun) iradesinin nasıl tecelli edeceğini, lehte mi aleyhte mi olacağını bekleyen bu mahkûmu çepeçevre sarmıştır. Abdülbaha, hangi koşulda olursa olsun, tam bir huzur ve sükûnet içinde kendini feda etmeye hazırdır ve kendisini tamamıyla O’nun İradesine teslim ve terk etmiştir. Hangi günah bundan daha kötü, daha rahatsız edici, daha fena olabilir!
Düşmanlığın Merkezi, aynı şekilde, Abdülbaha’nın katlini de amaçlamıştır ve bu, Mirza Şuaullah’ın ekteki ifadesiyle doğrulanmıştır. Bana karşı bir komplo için büyük bir kurnazlıkla ve gizlice işbirliği yaptıkları apaçık şekilde ispatlanmıştır. Şunlar bu mektupta yazdığı tamamen kendi sözleridir: “Bu anlaşmazlığı başlatana her an lanet okuyor, ‘Rabbim! Ona merhamet gösterme’ sözleriyle beddua ediyor ve umuyorum ki, ona merhamet göstermeyecek olup da şu anda başka bir kılığa bürünmüş ve hakkında daha fazla açıklama yapamayacağım kişiyi Allah yakında ortaya çıkartır.” Bu sözlerle, başlangıcı şöyle olan kutsal ayete atıfta bulunmaktadır: “Bin sene geçmeden önce iddiada bulunan kimse…” Bakın! Abdülbaha’nın katline nasıl da hevesli ve kararlılar! Yukarıdaki “daha fazla açıklama yapamayacağım” ifadesi üzerinde düşünün ve bu amaçla neler planladıklarını anlayın. Mektup yabancıların eline geçer de planları bozulur ve engellenir korkusuyla çok fazla açıklama yapmaktan korkuyorlar. Bu ifade yalnızca yakında olacak iyi şeyleri, yani tüm gerekli hazırlıkların yapıldığını müjdeliyor.
Ey İlahım Allah! Bu mazlum kulunun yırtıcı aslanların, aç kurtların ve kana susamış canavarların pençesinde olduğunu görüyorsun. Rabbim! Vefa şarabıyla taşan ve bağışınla dolan bu kadehi Senin sevgin yolunda son damlasına kadar içmeye beni muvaffak buyur; şöyle ki, toprağa düşmüş ve gömleğim kanımla kızıla boyanmış bir halde, kımıldamadan yüzüstü yere serileyim. Budur benim dileğim, budur benim ümidim, budur benim emelim, budur benim izzetim, budur benim iftiharım. Ey Rabbim, Sığınağım, son anımın bile izzet rayihasının misk kokusunu yaymasını nasip et! Bundan daha büyük bir armağan var mıdır? İzzetine yemin olsun ki, hayır! Misak’ı bozanların, anlaşmazlık, fesat ve isyan çıkaranların ve kulların arasında Sana saygısızlık edenlerin işledikleri feci kötülüklerle dolu kadehten içmediğim tek bir gün geçmediğine Seni şahit gösteririm. Rabbim! Emrinin Kalesini Misak’ı bozan bu kimselerden ve gizli Mabedini bu günahkâr inançsızların saldırılarından koru. Sen, gerçekten de, Kudretlisin, Güçlüsün, Lütfedicisin, Kuvvetlisin.
Kısacası, ey Rabbin sevgilileri! Nakzın Merkezi Mirza Muhammed Ali, Allah’ın kesin sözlerine uygun şekilde ve bitmez tükenmez günahları yüzünden feci bir şekilde yerle bir olmuş ve Kutsal Ağaç’tan kesilip atılmıştır. Gerçekten de, biz onlara haksızlık etmedik, onlar kendilerine haksızlık ettiler.
Ey İlahım Allah! Emin kullarını nefsin ve boş heveslerin kötülüklerinden esirge, onları sevgi dolu şefkatinin gözüyle kin, nefret ve kıskançlıktan koru, onları Senin koruyuculuğunun zapt edilmez kalesinde barındırarak şüphe oklarından uzak tut; onları şanlı ayetlerine mazhar kıl, birlik ufkundan parlayan ışık ile onların yüzlerini aydınlat, teklik melekûtundan inen ayetlerle onların yüreklerini ferahlat, onları görkemli Ululuk Ülkenin her şeye hâkim kuvvetiyle güçlendir. Sen Fazıl Sahibisin, Koruyucusun, Kuvvetlisin, İzzetlisin!
Ey Misak’ta sabit olanlar! Bu kolu kanadı kırık mazlum kuşun Mele-i Âlâ’ya kanat çırpıp Görünmeyen Âleme kavuşacağı zaman geldiğinde ve ölümlü bedeni toprak olduğunda, Allah’ın Misakı’nda sabit ve sağlam olan ve Kutsal Ağaç’tan biten Afnan’a, Tanrı Emri’nin Elleri’ne (direklerine) (Allah’ın bahası üzerlerine olsun) ve tüm dost ve sevgililere düşen görev, tek başlarına ve hep birlikte harekete geçmek ve canla başla ve birlik içinde ayağa kalkarak Allah’ın hoş kokularını yaymak, Tanrı Emri’ni tebliğ etmek ve Tanrı’nın Dini’ni ilerletmektir. Onlara yaraşan, bir an bile durup dinlenmemektir. Her yere yayılmalı, her ülkeden geçmeli ve her bölgeye gitmelidirler. Gayret etmeli, bir an bile dinlenmeden ve sonuna kadar sebat ederek “Ya Bahau’l-Ebha” (Ey Nurlular Nurlusunun Nuru) çağrısını her ülkede yükseltmeli, gittikleri her yerde isimlerini duyurmalı, her toplantıda mum gibi parlamalı ve İlahi aşk alevini her mecliste tutuşturmalıdırlar. Öyle ki, gerçeğin ışığı dünyanın ortasında doğup parlasın, Doğu’da ve Batı’da büyük bir topluluk Tanrı Sözü’nün gölgesi altında toplansın, kutsallığın hoş kokuları yayılsın, yüzler aydınlansın, yürekler İlahi ruhla dolsun ve ruhlar semavi olsun.
Bugünlerde en önemli şey, milletlere ve ümmetlere yol gösterilmesidir. Emrin tebliği, temel taşın kendisi olduğu için, azami derecede önemlidir. Bu mazlum kul günlerini ve gecelerini Emrin ilerlemesi için ve insanları ısrarla hizmete çağırmakla geçirmiştir. Tanrı Emri’nin şöhreti yabancı ülkelerde duyulana ve Ebha Melekûtunun kutsal ezgileri Doğu’yu ve Batı’yı uyandırana kadar bir an bile dinlenmemiştir. Allah’ın sevgilileri de aynı örneği izlemelidirler. Budur vefanın sırrı, budur Baha’nın Eşiğinde kulluğun gereği!
Hz. İsa’nın havarileri kendilerini ve dünyevi her şeyi unutmuş, kaygılarından ve sahip oldukları şeylerden vazgeçmiş, kendilerini benlik ve tutkulardan arıtmış ve tam bir temizlikle uzak diyarlara yayılarak dünya insanlarını hidayete davet etmekle uğraşmışlardı. Nihayet dünyayı başka bir dünya yapmış, yeryüzünü aydınlatmış ve kendilerini son anlarına kadar Allah’ın o sevgili Kulunun yolunda feda etmişlerdi. Sonunda da çeşitli ülkelerde şerefleriyle şehit düştüler. İş yapmak isteyenler onların ayak izlerini takip etsin!
Ey sevecen dostlarım! Bu mazlumun dünyadan ayrılışından sonra, Mübarek Sidre’nin Ağsan ve Afnan’ı, Tanrı Emri’nin Elleri ve Cemal-i Ebha’nın kulları, iki kutsal ve mübarek Sidre’den biten taze dala ve rahmani iki Ağacın birleşmesinin meyvesine, yani Şevki Efendi’ye yönelmelidirler. Çünkü o Allah’ın ayetidir, seçilmiş daldır, Tanrı Emri’nin Velisi’dir; tüm Ağsan’ın, Afnan’ın, Tanrı Emri’nin Elleri’nin ve O’nun sevgililerinin yönelmesi gereken kişidir. O, Tanrı Sözü’nün Açıklayıcısıdır ve kendisinden sonra sülalesinden doğan ilk erkek çocuk onun halefi olacaktır.
Kutsal ve gencecik dal, yani Tanrı Emri’nin Velisi ve evrensel şekilde seçilecek ve kurulacak olan Yüce Adalet Evi, her ikisi de, Cemal-i Ebha’nın gözetim ve koruyuculuğu ve Hazret-i Âlâ’nın (hayatım ikisine de kurban olsun) muhafazası ve şaşmaz kılavuzluğu altındadır. Verdikleri her karar Tanrı katındandır. Ona ve onlara itaat etmeyen Allah’a itaat etmemiştir; ona ve onlara isyan eden Allah’a isyan etmiştir; ona itiraz eden Allah’a itiraz etmiştir; onlarla çekişen Allah ile çekişmiştir; ona inanmayan Allah’a inanmamıştır; kendisini ondan koparan ve ona sırtını dönen, aslında, kendisini Allah’tan koparmış ve Allah’a sırt dönmüştür. Allah’ın gazabı, kahrı ve intikamı onun üzerine olsun! Kudretli kale, Tanrı Emri’nin Velisi’ne itaat sayesinde zaptedilmez bir halde ve güvenlik içinde kalacaktır. Adalet Evi üyelerine, tüm Ağsan ve Afnan’a, Tanrı Emri’nin Elleri’ne düşen görev, Tanrı Emri’nin Velisi’ne itaatlerini, teslimiyetlerini ve bağlılıklarını göstermek, ona yönelmek ve onun emri altına girmektir. Ona itiraz eden Hakk’a itiraz etmiş, Tanrı Emri’nde anlaşmazlık yaratmış, Tanrı Sözü’nü bozmuş ve Nakzın Merkezi’nin bir belirtisi olmuş olur. Sakın, sakın [Hz. Bahaullah’ın] suudundan sonraki günlerde olduğu gibi, Nakzın Merkezi’nin kibir ve isyanı ve İlahi Birlik bahanesiyle kendi kendini içine düşürdüğü mahrumiyet ve başkalarının aklını karıştırarak zehirleyişi tekrarlanmasın. Fesat ve ikilik amaçlayan bir mağrurun kötü niyetini açıkça dile getirmeyeceğine, hatta sahte bir altına benzeyeceğine ve Baha ehlini parçalamak için çeşitli tertiplere ve bahanelere sarılacağına şüphe yoktur. Amacım şunu belirtmektir ki, Tanrı Emri’nin Elleri her zaman uyanık olsunlar, birisi Tanrı Emri’nin Velisi’ne itiraz ederek karşı çıkmaya başlarsa bu kişiyi hemen Bahai toplumundan çıkarsınlar ve onun hiçbir bahanesini kabul Etmesinler. Nice defalar olmuştur ki, sapmışlık gerçeğin kılığında gizlenmiş ve böylece insanların yüreklerine şüphe tohumları ekmiştir!
Ey Rabbin dostları! Tanrı Emri’nin Velisi henüz hayattayken halefini atamalıdır ki vefatından sonra anlaşmazlık çıkmasın. Atanan bu kişi tüm dünyevi şeylerden arınmışlık göstermeli, tam bir iffet ve temizlik timsali olmalı, Allah korkusu, ilim, hikmet ve irfan sergilemelidir. Bu nedenle, “Çocuk babasının sırrıdır” sözünün gerçekliği Tanrı Emri’nin Velisi’nin ilk oğlunda görünmez ise, o oğul Tanrı Emri’nin Velisi’nin ruhani özelliklerine sahip değilse ve sülalesinin asaleti güzel bir ahlâkın özellikleriyle birleşmemişse, o zaman, Tanrı Emri’nin Velisi kendi halefi olarak başka bir dalı seçmelidir.
Tanrı Emri’nin Elleri kendi aralarından Tanrı Emri’nin Velisi’ne önemli işlerinde devamlı hizmetle görevli olacak dokuz kişi seçmelidirler. Bu dokuz kişi Tanrı Emri’nin Elleri’nin ya oybirliği ya da oyçokluğu ile seçilmeli ve bu kişiler ister oyçokluğu ile olsun ister oybirliği ile, Tanrı Emri’nin Velisi’nin halefi olarak seçtiği kişiyi onaylamalıdırlar. Bu onay, uygun bulanın ve bulmayanın belli olmayacağı bir şekilde yapılmalıdır (yani gizli oy).
Ey dostlar! Tanrı Emri’nin Elleri, Tanrı Emri’nin Velisi tarafından belirlenmeli ve atanmalıdır. Hepsi onun gölgesi ve emri altında olmalıdır. Tanrı Emri’nin Elleri’nden olsun olmasın, eğer bir kişi itaatsizlik eder ve bölünme çıkarmaya kalkışırsa Allah’ın gazabı ve kahrı onun üzerine olsun; çünkü o Allah’ın bu gerçek Dini’nde ayrılığa neden olmuş olacaktır.
Tanrı Emri’nin Elleri’nin görevleri İlahi Kokuları yaymak, insanların ruhlarını terbiye etmek, anlayış ve bilgiyi ilerletmek, bütün insanların karakterlerini geliştirmek ve her zaman ve her koşulda dünyevi bağlardan arınmış olmaktır. Tavır, davranış, iş ve sözlerinde Allah korkusunu göstermeleri gerekir.
Tanrı Emri’nin Elleri heyeti, Tanrı Emri’nin Velisi’nin idaresi altındadır. Emrin Velisi kendilerinden Tanrı’nın tatlı kokularını yaymak ve insanlara kılavuz olmak için yapabilecekleri en iyi şekilde çaba göstermelerini devamlı ve ısrarla talep etmelidir; çünkü tüm kâinatı aydınlatan, İlahi Rehberliğin ışığıdır. Herkese farz olan bu kesin buyruğu bir an için bile ihmal etmek, bugünün dünyası Ebha Cenneti ve yeryüzü cennet gibi olana, insanlar, halklar ve hükümetler arasındaki ihtilaf ve uyuşmazlık yok olana, dünyanın tüm sakinleri tek bir toplum ve tek bir ırk ve dünya tek bir yuva olana kadar hiçbir koşulda kabul edilemez. Anlaşmazlıklar olursa, bunlar dünyadaki tüm hükümetlerden ve uluslardan üyelerin bulunacağı Yüce Mahkeme tarafından dostluk ve iyi niyet çerçevesinde ve kesin olarak çözülmelidir.
Ey Rabbin dostları! Bu kutsal Devir’de uyuşmazlık ve ihtilaf hiçbir koşulda kabul edilmez. Her saldırgan, kendisini Allah’ın inayetinden mahrum eder. Tüm insanlara, ister dost olsunlar ister yabancı, en üst düzeyde sevgi, dürüstlük, doğruluk ve candan ve samimi bir şefkat ve nezaket göstermek herkese farzdır. Sevgi ve şefkat ruhu öyle yoğun olmalıdır ki aralarındaki farklılık ne olursa olsun, yabancı kendini dost ve düşman kendini gerçek kardeş olarak görsün. Evrensellik Tanrı katından olup, kısıtlayıcı olan her şey dünyevidir. Bu nedenle insanoğlu kendi gerçeğinin erdemleri ve olgunluğu göstermesine çalışmalıdır ki, bunların ışığı herkesin üzerinde parlasın. Güneşin ışığı dünya üzerinde parlamakta ve Tanrı’nın merhamet yağmurları tüm insanların üzerine yağmaktadır. Hayat verici meltem tüm canlıları diriltmekte ve tüm varlıklar O’nun cennet sofrasından paylarına düşeni almaktadır.
Aynı şekilde, Hakk’ın hizmetkârlarının şefkat ve sevgileri de tüm insanlığa cömertçe ve evrensel olarak ulaşmalıdır. Bu konuda herhangi bir yasak ve kısıtlama hiçbir koşulda kabul edilemez.
Bu nedenle, ey sevgili dostlarım! En üst seviyede bir doğruluk, dürüstlük, vefa, nezaket, iyi niyet ve arkadaşlıkla dünyadaki tüm insanların, soydaşların ve dinlerin yoldaşı olun ki varlık dünyası Baha’nın bağışının coşkusuyla dolsun; cehalet, düşmanlık, nefret ve kin yeryüzünden yok olsun ve dünya halkları ve kavimleri arasındaki yabancılaşmanın karanlığı yerini Birlik Nuruna bıraksın. Diğer insanlar ve milletler size vefasızlık gösterirse siz onlara vefa gösterin, size adaletsizlik yaparlarsa siz adil olun, size soğuk davranır ve uzak dururlarsa onları kendinize yaklaştırın, size düşmanlık gösterirlerse siz dostluk gösterin, sizi zehirlerlerse siz onların ruhlarını tatlandırın, sizi incitirlerse siz onların acılarına merhem olun. Samimiyetin ölçüsü bunlardır! Doğruluk ve dürüstlüğün ölçüsü bunlardır!
Şimdi, Allah’ın tüm iyiliklerin kaynağı ve hatadan arınmış olmasını takdir buyurduğu Adalet Evi’yle ilgili olarak; Adalet Evi evrensel bir seçimle ve ahbaplar tarafından seçilmelidir. Üyeleri, Allah korkusunun mazharları, bilgi ve anlayış kaynakları, Tanrı dininde sadık ve sabit ve tüm insanlığın iyiliğini isteyenler olmalıdır. Bu Ev’den kasıt Yüce Adalet Evi’dir; yani, her ülkede ikincil bir Adalet Evi daha kurulmalı ve Yüce Adalet Evi’nin üyelerini bu ikincil Adalet Evleri seçmelidir. Bu kurum her şeyin merciidir. Kutsal Yazı’da açıkça belirtilmemiş tüm konularda karar alır ve hüküm verir. Tüm büyük sorunlar bu kurum tarafından çözülür ve Tanrı Emri’nin Velisi yaşamı boyunca bu kurumun kutsal başkanı ve ayrıcalıklı üyesidir. Görüşmelere şahsen katılamayacağı zaman kendisini temsil edecek birisini atamalıdır. Üyelerden birisi topluma zarar verecek büyük bir suç işlerse, bu kişiyi azletmek Tanrı Emri’nin Velisi’nin takdiri ve hakkıdır; bundan sonra insanlar o kişinin yerine başkasını seçmelidir. Bu Adalet Evi yasaları belirler ve hükümet bunları icraya koyar. Yasama organı yürütmeye, yürütme de yasamaya yardımcı olmalı ve desteklemelidir ki iki güç arasındaki bu bütünleşme ve uyum sayesinde insaf ve adalet, sağlam ve güçlü şekilde tesis edilsin ve dünyanın her yeri Cennet’e dönsün.
Ey Rabbim, ey Allahım! Dostlarına Dininde sabit olmaları, Yolunda yürümeleri, Emrine sadık kalmaları için yardım et. İnayetinle, onlara nefsin ve kötü arzuların saldırılarına dayanma ve İlahi Kılavuzluğun ışığını takip etme gücü bağışla. Sen Güçlüsün, Lütfedicisin, Kendi Kendine Var Olan, Verici, Rahim, Aziz, Kerimsin.
Ey Abdülbaha’nın dostları! Hak ve O’nun kulları yaratılmış her şeyden her zaman bağımsız olmuşlarsa da, Rab, sonsuz lütuflarının bir işareti olarak, kullarına Kendisine sunulmak üzere belirli bir miktar bağışlama (Hukuk) ayrıcalığını vermiştir; Allah gerçekten de Her Şeyin Sahibidir ve yaratıklarının vereceği şeylere muhtaç değildir. Hâlbuki bu sabit paranın teberrusu, insanların sağlam ve sebatkâr olmalarına ve İlahi bereketin üzerlerine yağmasına sebeptir. Hukukullah, Tanrı’nın hoş Kokularının yayılmasına, O’nun Sözü’nün yüceltilmesine, hayır işlerine ve kamu yararına harcanmak üzere Tanrı Emri’nin Velisi aracılığıyla sunulmalıdır.
Ey Rabbin sevgilileri! Size düşen görev, adil krallara itaat ve dürüst hükümdarlara sadakat göstermektir. Dünya hükümdarlarına en yüksek doğruluk ve vefa ile hizmet ediniz. Onlara itaat ediniz ve iyiliklerini isteyiniz. Onların izni olmadan siyasi işlere karışmayınız, çünkü adil bir hükümdara hıyanet Allah’a hıyanettir. Budur benim size öğüdüm ve budur size Tanrı’nın buyruğu. Ne mutlu buna göre davranana!
Bölüm 2
O’dur Tanrı!
Ey Rabbim, İstediğim, Yalvardığım, Yardımcım, Sığınağım, Kurtarıcım,
Barınağım! Beni ruhu bunaltan musibetlerin, yürek dağlayan felaketlerin, toplantılarını dağıtan kederlerin, toplumunu perişan eden hastalık ve belaların denizinde boğulmuş görüyorsun. Sıkıntı beni her yönden sardı. Tehlikeler beni her yönden kuşattı. Felaket girdaplarına batmış, dipsiz kuyuya düşmüş, düşmanlar tarafından sıkıştırılmış, akrabalarımın düşmanlık ateşleri içinde yanar hale geldiğimi görüyorsun. O akrabalar ki, kalpleri ile bu mazluma yönelsinler; cahil ve zalimleri benden uzak tutsunlar; doğrunun kendilerine ayan olabilmesi, şüphelerinin kalkabilmesi ve açık ayetlerin yayılabilmesi için Kitap’ta ihtilafa düştükleri şeyleri bu kimsesize sorsunlar diye Sen kendilerinden kuvvetli bir Ahit ve Misak almıştın.
Fakat ey İlahım Allah, hiç uyumayan gözünle görüyorsun ki Misak’ını nasıl da bozdular ve ona sırt çevirdiler, Ahdinden nasıl bir nefret ve isyanla saptılar ve ona ihanet etmeye kalktılar.
Dayanılmaz bir zulümle beni kahretmeye ve belimi bükmeye kalkıştılar, şüphe yaratan belgeler dağıttılar, aleyhimde yaymadıkları iftira kalmadı. Çekilen sıkıntılar ve zorluklar daha acı verici hale geldi. Bununla yetinmeyerek, reisleri, Ey Allah’ım, Kitabına ilaveler ve kesin Kutsal Yazı’nda değişiklik yapmaya ve Yüce Kaleminden nazil olanı tahrif etmeye kalkıştı. Ayrıca dünyadaki bu mazlum kulun hakkında nazil ettiklerinin içine, apaçık bir insafsızlıkla, Sana inanmayan ve eşsiz Ayetlerini inkâr eden kişi için nazil ettiğin şeyi kasıtlı olarak ve art niyetle ekledi. Tüm bunları yapmaktaki amacı, insanların ruhlarını yanıltmak ve kendilerini Sana adamış olanları kalplerine şeytanlıklarını fısıldamaktı. İkinci reisleri de kendi el yazısıyla yazdığı ve mührünü basarak dağıttığı itirafıyla bunu tasdik etti. İlahi! Bundan daha büyük bir haksızlık olur mu? Bununla da yetinmediler. Gerek mahalli ve gerek civar hükümetler nezdinde inatla, yalan, karalama ve aşağılayıcı iftiralara başvurdular. Beni fesat sebebi olarak görmelerini sağlamak ve akılları kulakların duymaktan tiksineceği şeylerle doldurmak için çabalamaya devam ettiler. Bu yüzden hükümet ürktü, sultan korktu ve saray kuşkuya kapıldı. Akıllar karıştı, işler altüst ve ruhlar tedirgin oldu, ıstırap ve keder ateşi bağırları yaktı; Kutsal Yapraklar allak bullak olarak sarsıldı, gözlerinden yaşlar boşaldı, ahları ve ağıtları yükseldi ve akrabalarının, hayır, gerçek düşmanlarının ellerine kurban düşen bu mazlum kulun için dövünürken yürekleri yandı.
Rabbim! Her şey benim için ağlarken akrabalarımın dertlerime sevindiğini görüyorsun. Ey Allah’ım, İzzetine yemin olsun! Düşmanlarımın bazıları bile sıkıntılarıma ve çektiğim acılara ağladı ve beni kıskananların bazıları hüznüm, garipliğim ve kederlerim için gözyaşı döktü. Çünkü bende sevgi ve şefkatten başka bir şey bulmamış, benden nezaket ve merhametten başka bir şey görmemişlerdi. Beni bela ve sıkıntı seline kapılmış ve felaket oklarına hedef olmuş görünce, kalpleri acımayla ve gözleri yaşlarla doldu ve tanıklık ettiler: “Tanrı şahidimizdir ki, biz ondan vefadan, cömertlikten ve mutlak bir merhametten başka bir şey görmedik.” Karga ötüşlü Nakızlar ise düşmanlıklarını gün geçtikçe arttırdılar, en keder verici çilelere kurban olmama sevindiler ve bana karşı harekete geçerek etrafımdaki yürek paralayıcı olayların keyfini sürdüler.
Ey İlahım Allah! Dilimle ve tüm kalbimle diliyorum ki onları bu zalimlikleri ve kötülükleri ve yalanları ve fesatlıkları için cezalandırma; çünkü onlar cahildir, düşkündür ve ne yaptıklarını bilmiyorlar. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ve hakkı haksızlıktan ayıramıyorlar. Kendi arzularının peşinden ve içlerindeki en bozulmuş ve akılsız olanın izinden gidiyorlar. Ey İlahım! Onlara merhamet et, bu zorlu günlerde onları her türlü beladan koru ve her imtihan ve zorluğu bu karanlık kuyuya düşmüş kuluna nasip et. Her sıkıntı için beni seç ve beni tüm sevdiklerine kurban et. Ey Ulu Rabbim! Canım, hayatım, varlığım, ruhum, her şeyim onlara feda olsun. Ey İlahım Allah! Yalvarı ve yakarı ile sana secde ediyor ve tüm arzumla sana yalvarıyorum ki, bana acı vereni, fesat çıkaranı ve beni inciteni affet ve bana insafsızlık yapanların kabahatlerini sil, yok et. Onlara hayırlı armağanlarını lütfet, mutluluk ver, onları kaygılarından arıt, huzur ve mutluluk bağışla, saadet ver ve ihsanlarını üzerlerine yağdır.
Sen Güçlüsün, Lütfedicisin, Tehlikeden Koruyansın, Kendi Kendine Var Olansın!
Ey aziz dostlarım! Şu anda büyük bir tehlike içindeyim ve bir saat bile yaşayacağımdan emin değilim. Bu yüzden bu satırları Tanrı Emri’nin ve Şeriati’nin korunması, Sözünün himaye edilmesi ve Öğretilerinin muhafazası için mecburen yazıyorum. Kıdem Cemali’ne yemin olsun! Bu mazlum, kimseye hiçbir şekilde bir kin gütmez, kimse hakkında kötü duygu beslemez ve dünyanın iyiliği için olmayan hiçbir söz söylemez. Ancak, Tanrı Emri’ni gözetmek ve korumak benim en önemli vazifemdir. Bu nedenle ve çok büyük bir üzüntüyle size şunu öğütlüyorum: Allah’ın Emrini muhafaza edin, O’nun hükümlerini koruyun ve anlaşmazlıktan tamamen uzak durun. Baha ehlinin (canım onlara feda olsun) inancının temeli şudur: “Hz. Âlâ (Hz. Bab) Allah’ın birliğinin ve tekliğinin Mazharı ve Kıdem Cemali’nin Müjdecisi’dir. Cemal-i Ebha (hayatım O’nun sebatkâr dostlarına kurban olsun) Allah’ın En Yüce Mazharı ve En Kutsal Gerçeğin Doğuş Yeri’dir. Diğer herkes O’nun hizmetkârıdır ve O’na tabidir.” Herkes En Kutsal Kitap’a ve orada açıkça belirtilmeyen her şey için Yüce Adalet Evi’ne yönelmelidir. Bu kurumun oybirliği veya oyçokluğu ile yaptığı her şey, gerçekten de Allah’tandır ve O’nun istediğidir. Bundan sapanlar gerçekten de ayrılık istemiş, fesat çıkarmış ve Misak’ın Rabbi’nden yüz çevirmiş olur. Bu Ev’den kasıt, Doğu’da ve Batı’da ahbapların bulunduğu tüm ülkelerden, İngiltere gibi Batı ülkelerindeki alışıldık seçim yöntemiyle seçilecek olan Yüce Adalet Evi’dir.
[Yüce Adalet Evi] Üyelerinin görevi, belli bir yerde toplanmak ve Kitap’ta açıkça yazılmamış ve farklı görüşlere neden olan tüm sorunları ve açıklığa kavuşmamış konuları görüşmektir. Verdikleri karar Kutsal Yazılar ile aynı hükümdedir. Adalet Evi’nin Kitap’ta açıkça belirtilmemiş konularda ve günlük konularda kanun yapma yetkisi olduğu için aynı şekilde bunları feshetme yetkisi de vardır. Örneğin Adalet Evi bugün belli bir kanun çıkarır ve uygular ve yüz sene sonra durumlar büyük oranda değişip koşullar başkalaştığında ise başka bir Adalet Evi, zamanın gereğine uygun olarak, o kanunu değiştirme yetkisine sahiptir. Bunu yapabilir, çünkü böyle kanunlar kutsal Metnin bir parçası değildir. Adalet Evi kendi kanunlarını koyar ve fesheder.
Ve şimdi; Tanrı Emri’nin en büyük ve temel öğretilerinden birisi de Nakızlardan tamamıyla uzak durmaktır; çünkü onların gayesi Tanrı Emri’ni tamamen mahvetmek, Şeriatini yok etmek ve şimdiye kadar gösterilen bütün çabaları heba etmektir. Ey dostlar! Size yakışan, Hz. Âlâ’nın çektiklerini hassasiyetle hatırlamak ve Cemal-i Mübarek’e vefa göstermektir. Tüm bu üzüntülerin, çilelerin ve ıstırapların ve Tanrı Yolu’nda dökülen tüm o temiz ve mübarek kanların boşa gitmemesi için elden gelen azami çaba gösterilmelidir. Nakzın Merkezi Mirza Muhammed Ali ve destekçilerinin verdikleri zararı iyi biliyorsunuz. Yaptıklarından biri, sizin iyi bildiğiniz ve doğruluğu, Allah’a şükür, erkek kardeşi Mirza Bediullah’ın kendi eliyle yazılan, mühürlenen ve dağıtılan itirafnamesiyle ispatlandığı gibi, Kutsal Yazı’yı tahrif etmesidir. Bundan, yani Kutsal Yazı’ya ekleme yapmaktan daha aşikâr bir suç düşünülebilir mi? Allah’ın doğruluğuna yemin olsun ki, hayır! Onun suçları başka bir belgede yazılı ve kayıtlıdır. İnşallah incelersiniz.
Kısaca, İlahi Yazı’nın açık metnine göre, bu adamın en küçük bir suçu bile onun düşmüş bir günahkâr olduğu anlamına gelirken, hangi suç İlahi Yapı’yı yıkmayı denemekten, Ahit ve Misak’ı bozmaktan, Kutsal Metni çarpıtmaktan, şüphe tohumları ekmekten, Abdülbaha’ya iftira atmaktan, Allah’ın izin vermediği iddialarda bulunmaktan, fesat ateşi yakmaktan ve Abdülbaha’nın kanını dökmekten ve bildiğiniz diğer birçok şeyden daha büyüktür! Şurası açıktır ki, eğer bu adam Tanrı Emri’nde bölünme yaratmayı başarırsa onu tamamen mahvedecek ve kökünü kazıyacaktır. Ona yaklaşmak ateşe yaklaşmaktan daha kötü olduğu için, bu adamdan uzak durun!
Süphanallah! Mirza Bediullah kendi el yazısıyla bu adamın (Mirza Muhammed Ali) nakız olduğunu bildirip Kutsal Yazı’yı tahrif ettiğini ilan ettikten sonra Hak Din’e dönmenin ve Ahit ve Misak’a sadakat göstermenin kendi arzularına hiçbir şekilde hizmet etmeyeceğini fark etti. Bu nedenle pişman olup yaptığından üzüntü duyarak kendi yazdığını gizlice geri toplamaya kalkıştı, Nakzın Merkezi ile birlikte bana karşı gizlice bir komplo kurdu ve evimde olanları günü gününe ona haber verdi. Hatta son zamanlarda meydana gelen kötü olaylarda önemli bir rol üstlendi. Allah’a şükür işler eskisi gibi düzelmiş ve dostlar biraz huzura kavuşmuştu. Hâlbuki Mirza Bediullah aramıza geri döndüğü günden başlayarak tekrar fitne tohumları ekmeye başladı. Çevirdiği entrikaların ve oynadığı oyunların bazıları ayrı bir belgede yazılacaktır.
Bununla beraber amacım, Ahit ve Misak’ta sadık ve sağlam ahbaplara düşen görevin, bu mazlumun dünyadan ayrılışından sonra, fesadın bu açıkgöz ve faal elemanının bölünme yaratmaması, gizlice şüphe tohumları ekmemesi ve Tanrı Emri’nin kökünü kazımaması için uyanık olmaları olduğunu anlatmaktır. Onun arkadaşlığından bin defa uzak durun. Dikkatli olun ve kendinizi koruyun. Uyanık ve dikkatli olun ve eğer birisi bu kişiyle açıkça veya gizlice temas kurarsa o kişiyi aranızdan uzaklaştırın, çünkü bu şahıs mutlaka parçalanma ve fesada neden olacaktır.
Ey Tanrı dostları! Tanrı Emri’ni ikiyüzlülerin saldırılarına karşı korumaya tüm kalbinizle gayret edin; çünkü böyle insanlar doğrunun eğrilmesine ve tüm hayırlı çabaların aksi sonuç vermesine neden olurlar.
Ey İlahım Allah! Seni, Nebilerini, Resullerini, Evliyalarını ve Mübarek Kullarını tanık gösteririm ki, Dini’ni gözetsinler, Doğru Yolunu muhafaza etsinler ve Nurlu Şeriatını korusunlar diye Senin delillerini sevdiklerine kesin bir dille ilan ve her şeyi açıkça izah ettim. Sen, gerçekten de, Her Şeyi Bilensin, Hikmetlisin!
Bölüm 3
O Tanıktır, Her Şeye Yeterlidir.
Ey Allah’ım! Sevgilim, Maksudum! Senin Kapında alçakgönüllülükle duran bu kulunun başına gelenleri biliyor ve görüyor, kötü niyetli insanların ona karşı işledikleri günahları biliyorsun; onlar ki Senin Ahdini bozdular ve Misakına sırt çevirdiler. Gündüzleri nefret oklarıyla acı çektirdiler, geceleri gizlice tuzaklar kurdular. Şafak vakti Semavi Topluluğu ağlatan işler yaptılar ve akşamları zorbalık kılıçlarını kınından çekerek insafsızların huzurunda iftira oklarını üzerime yağdırdılar. Bu mazlum kulun Senin kudretinle ve gücünle ağızlarını kapayabileceği, sebep oldukları yangını söndürebileceği ve isyan alevlerini durdurabileceği halde bu kötülüklerine sabretti ve her ıstıraba ve ellerinden çektiği her çileye tahammül gösterdi.
Ey Allah’ım! Tahammülümün, gösterdiğim sabrın ve suskunluğun, zulümlerini, kibirlerini ve kendilerini beğenmişliklerini nasıl arttırdığını görüyorsun. İzzetine yemin olsun, ey Sevgilim! Seni öyle inkâr edip öyle isyan ettiler ki Sözünü insanlar arasında gereği gibi yüceltmem ve Ebha Melekûtu’nun sakinlerinin sevinç ve mutluluğuyla taşan bir kalple Senin Mukaddes Eşiği’nde hizmet etmem için beni bir an bile bırakmadılar.
Rabbim! Bela kadehi üzerime boşalıyor, darbeler her yandan şiddetle üzerime iniyor. Musibet okları arka arkaya yağdı, felaket mızrakları ardı ardına üşüştü. Bu belalar kuvvetimi tüketti, düşmanlarının ardı arkası kesilmeyen hücumlarından bende takat kalmadı. Bu durumlarda hep yalnız, hep tek başıma kaldım. Rabbim! Bana acı, beni Senin yanına yükselt, bana Şehitlik kadehinden içir; çünkü yeryüzü, o bütün genişliğiyle bana artık dar geliyor.
Sen Rahmansın, Rahimsin, Fazıl ve Kerem Sahibisin.
Ey bu mazlumun gerçek, samimi ve vefakâr dostları! Herkes bu mazlumun, dünyayı aydınlatan Güneş battıktan sonra O’nun kaybıyla yüreği yanarken Misak’ı bozanların ellerinden çektiği musibetleri ve belaları bilir ve görmüştür.
Hakikat Güneşi’nin vefatından yararlanmak isteyen Allah düşmanları, dünyanın her tarafında aniden ve tüm güçleriyle saldırıya geçtiler ve Nakızlar, böyle bir zamanda ve bu musibetlerin ortasında tam bir acımasızlıkla, kötü niyetle ve düşmanlıkla ayağa kalktılar. Her an bir kötülük yaptılar ve fesatlık tohumları ekmek ve Misak’ın temelini yıkmak için harekete geçtiler. Ama bu mazlum, bu mahpus, belki vicdan azabı çekerler ve pişman olurlar diye yaptıklarını örtbas etti. Ancak bu kötü niyetlilerden çektiği belalar ve gösterdiği sabır, asilerin küstahlığını ve pervasızlığını öyle arttırdı ki, kendi elleriyle yazdıkları ve şüphe tohumları ektikleri yazılar bastırdılar ve bu akılsızca davranışlarının Ahit ve Misak’ı yok edeceği inancıyla tüm dünyaya dağıttılar.
Bunun üzerine Rabbin dostları tam bir kararlılık ve azimle canlanıp Melekût’un gücü, İlahi Kudret, kutsal İnayet, sonsuz yardım ve Semavi Lütufla desteklenerek ayağa kalktılar ve açık deliller, çürütülemez kanıtlar ve Kutsal Yazı’dan apaçık alıntılarla desteklenmiş yaklaşık yetmiş yazıyla Misak’ın düşmanlarına karşı koydular ve onların şüphe yaratan ve kışkırtıcı yazılarını çürüttüler. Bunun üzerine Nakzın Merkezi kendi kötülüğüne mağlup oldu, Allah’ın gazabıyla sıkıntıya düştü, itibarını kaybetti ve namı Kıyamet Günü’ne kadar lekelendi. Hüsran içindeki kötü niyetlilerin sonu, rezillik ve sefalettir!
Ve mücadeleyi kaybedip, Allah’ın sevdikleri aleyhindeki çabalarından ümit kesip, Misak’ın Sancağını her yerde dalgalanır görünce ve Rahman’ın Misakının gücüne tanık olunca içlerindeki kıskançlık ateşi anlatılmaz derecede tutuştu. Tüm güçleri, çabaları, kinleri ve düşmanlıklarıyla başka bir çareye başvurdular, başka bir yol izlediler, başka bir plan yaptılar. Bu da fitne ateşini hükümetin kalbinde tutuşturmak ve böylece bu mazlumu, bu mahpusu, anlaşmazlık çıkaran, hükümet aleyhtarı ve Tacın kindar bir hasmı olarak göstermekti. Umutları, Abdülbaha’nın öldürülmesi ve isminin yok edilmesiyle meydanın Misak’ın düşmanlarına kalması ve böylece istedikleri gibi at koşturarak herkese büyük zararlar vermek ve Allah’ın Emri’nin mabedinin temellerini yıkmaktır. Mukaddes Ağacın tam köküne inen bir baltaya benzeyen bu hain ve vefasızların davranışları ve tutumları ne fecidir. Buna göz yumulursa, kısa süre içinde, Tanrı Emri’ni, Tanrı Sözü’nü ve kendilerini yok ederler.
Bu yüzden, Tanrı’nın dostları bu kişilerden tamamen uzak durmalı, kaçınmalı, hile ve şeytanca laflarının önüne geçmeli, Tanrı Şeriatini ve dinini korumalı, tek başlarına ve hep birlikte Allah’ın tatlı kokularının ve Öğretilerinin ellerinden geldiğince yayılmasına çalışmalıdırlar.
Bir kişi veya herhangi bir toplantı Allah’ın Işığının yayılmasına engel olursa, ahbaplar yol gösterici olmalı ve şöyle demelidir: “Allah’ın armağanlarının en büyüğü Tebliğ’dir. Tebliğ bize Allah’ın Rahmetini çeker ve ilk görevimizdir. Nasıl olur da kendimizi böyle bir armağandan mahrum bırakırız? Hayır, yaşamlarımızı, malımızı, mülkümüzü, rahatımızı, huzurumuzu, her şeyimizi Cemal-i Ebha için feda edip Tanrı Emri’ni tebliğ edelim.” Ancak, Kitap’ta da yazılı olduğu gibi, dikkat ve sağduyu elden bırakılmamalı, perde hiçbir surette aniden yırtılmamalıdır. Bahau’l-Ebha üzerinize olsun.
Ey Abdülbaha’nın vefakâr dostları! İki kutsal ve Rahmani Ağaçtan yeşeren o gencecik dal ve o iki ağacın meyvesi olan Şevki Efendi’ye azami özen gösterin, öyle ki parlaklığıyla göz kamaştıran yaratılışı ümitsizlik ve üzüntü tozuyla lekelenmesin ve her geçen gün daha mutlu, daha neşeli ve daha ruhani şekilde bereketli bir ağaç haline gelsin.
Abdülbaha’dan sonra Tanrı Emri’nin Velisi olduğu için, Afnan, Emrin Elleri (direkleri) ve Tanrı’nın aziz dostları O’na yönelmeli ve itaat etmelidir. O’na itaat etmeyen Allah’a itaat etmemiştir; O’na arka çeviren Allah’tan arka çevirmiştir ve O’nu inkâr eden Hakk’ı inkâr etmiştir. Kimsenin bu sözleri yanlış yorumlamaması ve Hz. Bahaullah’ın Suudundan sonra bir bahaneyle isyan bayrağını kaldırıp yanlış yorum kapısını ardına kadar açan Nakızlar gibi davranmaması için tetikte olun. Kimseye, kendi fikrini veya şahsi kanaatini açıklama hakkı verilmemiştir. Herkes kılavuzluk için Emrin Merkezi’ne ve Adalet Evi’ne yönelmekle yükümlüdür. Bunlar dışındaki bir şeye yönelen, feci bir hata içindedir.
Bahau’l-Ebha üzerinize olsun.